İnternetin ülkemize girişi 90’ların sonuna denk gelse de yaygınlaşması 2010 sonrasında mümkün olmuştur. Cep telefonu da benzer süreçten sonra yaygınlaşmıştır. Bugün itibariyle ülkemiz nüfusunun %80’i akıllı cep telefonları kullanıyor. Çocukları toplam nüfustan düştüğümüzde demek ki hemen her vatandaşımız cep telefonu kullanıcısı durumunda.
Akıllı cep telefonları iletişimden çok sosyal medya takibi için kullanılıyor. Bu aletlerin konuşmak için icat edildiğini unuttuğumuz bir noktaya doğru gidiyoruz. Bu anlamda her bir cep telefonu küçük ölçekli bilgisayar haline dönüşmüş diyebiliriz.
Türkiye’de internet kullanım oranı 2022’nin başında toplam nüfusun yüzde 82’si seviyesindeydi. 2021-2022 arasında Türkiye’deki internet kullanıcıları 3,9 milyon (yüzde +6) artış göstermiş. İstatistiklere göre ortalama günlük sosyal medya kullanımı 4 saati aşıyor. Bilgisayarla birlikte düşünüldüğünde bu rakam 8 saati buluyor. Şu halde günümüz insanı eşinden, çocuğundan hatta kendinden çok sosyal medya ile vakit geçiriyor.
Türkiye’nin sosyal medya takibinde dünyanın ilk 10 ülkesi arasında yer aldığını görüyoruz. Instagram kullananların sayısı diğerlerinin önüne geçerek ilk 5 arasına yerleşiyor. Diğer sosyal medya platformlarıyla birlikte düşünüldüğünde ülkemiz Hindistan, Endonezya, Brezilya, ABD ve Rusya’dan sonra en fazla takipçiye sahip ülke konumunda.
Yapılan araştırmalara göre her 3 kişiden 2’si sosyal medya üzerinden iletişim kuruyor. Özellikle genç nüfusun sosyal medya üzerinden bina ettiği çarpık sosyalleşme tehlikesiyle karşı karşıyayız. ABD ve kimi Avrupa ülkelerinde gerçekleşen okul katliamlarının bu tür insanlar tarafından gerçekleştirilmesi otoriteleri derinden endişelendiriyor.
Artık mahremiyetin olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Gençlerin orta noktası yok ve her şeyde çok aşırılar. Bu gençler bizim bile tanıyamadığımız bir dünyada büyüdüler. Küresel ısınma, pornografi, şiddet içeren video oyunları, sosyal medya bu gençlerin tek hakikati konumuna gelmiş durumda. Her çocuk izole edilmiş şekilde sosyal medya üzerinden iletişim kuruyor. Artık umudun kalmadığı bir dünya tasavvuru hepsinin ortak noktası. Bu gençler katiyet istiyor. “Düşünme takip et” cümlesi adeta her birinin sloganına dönüşmüş.
Organik ilişkilerin kaybolduğu bu sanal dünyada büyüyen çocuklar bencil, soğuk, acımasız, dikkati dağınık bireyler haline geliyor. Hiçbir değer kaygısına sahip olmadan yetişiyorlar. Büyük çoğunluğu aile kurmayı düşünmüyor. İnançlar, gelenekler, toprağa bağlılık, aile, vatan sevgisi gibi duygular yeni yetişen bu nesil için “köhnemiş” değerler olarak kabul ediliyor. Böyle olunca da kolaylıkla küresel söylemlerin safında yer alabiliyorlar.
Bir de buna dijital platformlar tarafından yayılan dejenere ahlak çağrısı eklenince manipülasyonun sınırları çok genişliyor. Çocuklar daha küçük yaşlardan itibaren maruz kaldıkları bu asimilasyon sürecine zaman içinde alışarak sahiplenmeye başlıyor. Son 10 yılda mantar gibi çoğalan LGBT sapkınlığı bunun örneklerindendir.
Bireyciliği en uç sınırlara taşıyan, haz ve hız denkleminde çocuklarımızı inşa eden bu projenin asıl aracı olarak sosyal medya kullanılıyor. Her türlü sapkınlığı “özgürlük” çerçevesi içerisinde tanımlayan bu küresel projenin söylemlerine bakıldığında 19. yüzyılda yaşanan “sanayileşme” ve “pozitivizm” sağanağının bir benzerini yaşadığımız anlaşılır. 19. yüzyılda yaşanan bu sürecin iki dünya savaşıyla neticelendiğini hatırlarsak bugünkü yolun sonunu da tahmin edebiliriz.
Doyumsuzluk, nemelazımcılık, çıkarcılık, riya ve sahtelik içinde bulunduğumuz zamanı tanımlayan kavramlar olarak belirir. Sosyal medya ve dijital platformlar işte bu ortamı bina eden araçlardır. Yaşadığımız ahlaki sorunların neredeyse tamamı bu durumun ortaya çıkardığı neticelerdir. Artan boşanma oranları, aile içi şiddet, intiharlar, terör, uyuşturucu müptelalığı, fuhuş, kumar ve LGBT sapkınlığı hep bu küresel projenin marifetidir.
Bu gidişatı fark eden Çin, Hindistan, İran, Suudi Arabistan, Tunus, Küba, Türkmenistan gibi bazı ülkeler başta Netflıx, TikTok ve Instagram olmak üzere bazı sosyal medya platformlarına yasak getirmeye başladı. Türkiye’nin de yaşanan bu yıkımı görmezden gelme lüksü yoktur. Başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere ilgili kurumlarımızın daha fazla gecikmeden bu konuda adım atması elzemdir.