Bundan tam on bin yıl önceydi. İnsanlık artık av peşinde koşmaktan yorulmuş, yerleşik hayata geçmenin çözümlerini üretmek için seferber olmuştu. İnsanoğlunun dünyasından bihaber olan buğday, Ortadoğu coğrafyasında ilk evrimini geçirerek (yani evcilleştirilerek) insanın dünyası ile tanışmış oldu. Bir zamanlar başaklarda saklanıp kargalara yem olan buğday artık insanların yemiydi. İnsanlık dünyanın en büyük yer üstü zenginliğini keşfetmiş, onun gücüyle dünyaya hükmeder olmuştu. Buğdayı çok olan hükümdarlar hâkimiyeti elinde tutmuş, olmayanlar ise olana tabi olmaktan öteye geçememişti. Hatta bu yüzden bir dönem Mısır, Roma’nın eyaleti olmuştu. Eski Mısır’da ise buğdayın Neper isimli ayrı bir tanrısının olduğu ile ilgili betimlemelere piramitlerde rastlanmıştır.

Son 50 yıl ise buğday için evcilleştirilmekten daha kötü geçmişti. Çevre koşullarına oldukça dayanıklı olan buğday, 1970’li yıllarda Dr. Borlaug tarafından melezleştirilerek yani genetiği değiştirilerek insanlığın şartlarına dayanamadığını gösterdi. Boyu kısaltılan buğdayın başakları daha verimliydi artık. 10 kat daha verimli. Bu melezleştirme Dr. Borlaug’a insanlığın aç kalmayacağı sevinciyle Nobel tıp ödülünü getirdi. Bu onlar için bir devrimdi ve adı da Yeşil Devrimdi. Buğdayı 10 kat verimli hale getirmek o zaman ki dünya nüfusunu doyuracakmış gibi gelmişti Nobelcilere. O günden bu güne baktığımızda dünya nüfusunun iki kat, insanoğlunun açlığının ise 4 kat artmış olduğunu görüyoruz oysa.. O zamanlarda tükettiği gıdaların ise sekiz kat fazlasını tüketiyor oldu dünya. Bu melezleştirme giderek artan bu açlığa çare olmadığı gibi beraberinde ise bir takım hastalıklara davetiye çıkarmıştı. Başta diyabet olmak üzere, obezite, alerjik hastalıklar, barsak hastalıkları, immunolojik hastalıklar daha fazla gözükmeye başlamıştı. Yeşil devrim insanoğlunu sarartıyordu adeta.

Dünyaya 14 kromozomlu olarak gönderilen buğday günümüzde 48 kromozomlu olarak hayatına devam etmektedir. Daha fazla kazancı da beraberinde getiren bu hadise, sağlık açısından sorgulanır oldu artık. Bu durum ülkemizde özellikle Kastamonu civarında yetiştirilen ve siyez buğdayı ve ya kamut buğdayı gibi değişik isimler verilen 14 kromozomlu buğday yeniden mutfaklarımızda o zengin, tarif edilemez, çok değişik bir tat olarak yerini almaya başladı.

Unutmayalım! Buğdayın melezleşmesi sırasında oluşan genetik değişimler aslında ölümcüldür, çünkü binlerce yeni buğday türü yaratılışta doğada kendi başlarına yetişme kabiliyeti olduğu halde şimdi artık insanoğlunun yardımı olmadan yaşayamaz.(1)

1- Dr. Williams Davis’in kitabından alıntıdır.