Kavga bazı vakitler bir tercih değil mecburiyettir kari. Yani istesen de istemesen de meydanda yumruğu sallarken bulursun kendini. O an orada olmalısındır. Zira bazı hâllerde kavgada yenilmek, kavga etmemekten daha evladır.

Bunları yazıyorum diye beni öyle kavgadan dövüşten keyif alan biri sanma sakın. Zira öyle değilim. Ama bazı durumlarda meydanı çara çakala bırakmamak gerek.

Benim tercihim mi? Elbette kavga… Mademki düşman nesi var ve nesi yoksa alıp da meydana çıkmıştır, her hileye ve her desiseye başvuracak denli ahlakı yok ve haysiyetten yoksundur ve kan damlayan o yumruklarını sıkmış da meydanı boş bulduğundan salyalarını etrafa savurarak bağırıp çağırıyor ve meydan kendinin sanıyordur; o vakit benim tercihim kavgadır. Ama yiğit gibi, delikanlı gibi ve adam gibi bir kavga. Hadsize haddini bildirmek ve meydanın boş olmadığını göstermek için bir kavga. Delikanlı gibi, yiğit gibi bir kavga yani.

Bizim zamanımızda -yani şimdi- dünya yeniden değişiyor ve şekilleniyor. Olan şey, aslında hep aynı olan… Bir savaş demiyorum ben buna esasen Habil ve Kabil’den beri gelen bir karşılaşma. Ve hatta belki de daha evvelinde iblisle başlayan bir davadır bu. Mesele hak ve batılın karşılaşması... Bir savaşsa şayet bunun adı, karşı karşıya gelenler yalnızca ismi konmuş devletler değil esas karşılaşanlar inançlardır. Hep öyle olmuştur ve yine öyle oluyor. Bundan asırlar evvel elinde kılıçla, okla ta bilmem nerelerden “Kudüs’e gireceğiz” diye naralar atıp gelenlerle şimdi Suriye’ye, Türkmen Dağı’na, Şam’a hatta Irak’a “Özgürlük getiriyoruz” diyerek gelenler aynıları. Maksat aynı, kafa aynı, hedef aynı ama suretler başka. Ve bu meselede en gereksiz ve lüzumsuz olan şey suret… İsmi şu ya da bu devlet olsa da esasen aynı millettir ve eskilerin dediği gibi “Küfrün milleti tektir.”

Hem bu savaş yeniden başlamış değil. Bir şeyin yeniden başlaması için bitmesi değilse de en azından duraklaması gerekir. Bu savaş hiç durmadı, duraklamadı, bir gün bile olsa fasıla olmadı. Evet, belki savaş meydanlarında eskiden olduğu gibi merdane bir karşılaşma görülmedi birkaç zamandır. Aslında biz savaş meydanlarında yenildiğimiz zaman yenilmiş olmadık. Asıl yenilgimizi gönlümüzde, inancımızda yaşadık. Onları bıraktığımız zaman da zaten kaybettik. Yani bu savaş hiçbir vakit durmadı, her vakit saldırdılar. “Dostuz” dediklerinde de düşmandılar. Şimdiyse eskiden beri tecrübe ettikleri ve dedelerinden tevarüs onlara da geçen merhamet, haysiyet yoksunluğu ile yine aynı habis davaları için ne millî ne dinî ne kalbî –ki onlar bunun ne demek olduğunu bile bilmezler- bir bağlantıları olmayan topraklarda insanları katlediyorlar. He şu da var, aslında onların uşaklığını yapan ama Müslüman olduklarını iddia eden mahlûklar da yeni tebelleş olmadı başımıza; evvelden de vardılar. Yani resim başka olsa da çizen el aynı...

İşte yine kuduz itler gibi mukaddesata saldırıyorlar. Kim olduklarını bize yeniden hatırlatıyorlar. Ama meydan boş değil ve her nerede ve ne şekilde gerekiyorsa bu kavgaya girmeye mecburuz.