“Keşke” diye başlayan cümlelerden oldum olası çekindim ben. Zira bence “keşke”li cümleler hep insanı üzen cümlelerdir. “Olanda hayır vardır” diye inandım yani. Belki doğru olanı da böylesidir. Ama insan etrafına bakınca ve bazı şeyler olup da geçince neden kimi şeylerin böyle sonuçlar verdiğini daha iyi görüyor. Yani bazen anlamak için birkaç adım geri gidip de uzaktan bakmak gerekiyor gerçekten.

Bugün hissettiğim tam da bu. Düştüğümüz bir kuyu var gibi geliyor bana ve kuyunun içinden çıkmadan da içeride olduğumuzu anlayamayacağız. Dışarıdan bakıp bize nerede olduğumuzu söyleyenlerin sözlerine de itibar eden yok zaten. Öyle olunca da kendi kara kuyumuzun içinde, her şeyden memnun, zira olanın farkında olmadan yaşayıp gidiyoruz.

Yusuf Kaplan “En büyük problem insanın başına neyin geldiğini bilmemesidir.” diyor. Ne kadar doğru söz. Zira sorunu bilmeyince soruyu da çözemiyorsunuz. Farkına varamadığınız şey sizi rahatsız etmiyor ki hiç. Öyle olunca da dertsiz, tasasız yaşıyorsunuz; ama bir kuyuda.

Geçen günlerde bir grup genç gördüm sokaktan geçerken. Sanırım 20 yoktu yaşları. Bağıra çağıra sokakta yürüyorlardı. Dört kişiydiler ve yanlarında tasmasını tutup götürdükleri bir köpek vardı. Hani şu tehlikeli olanlardan. Sokakta yürüyen her kim varsa onların olduğu kaldırımdan yürümemek için yolunu değiştiriyordu. Anneler çocuklarının ellerini sıkıca tutup diğer tarafa gidiyor ve gençler de gittikçe seslerini yükselterek yürümeye devam ediyorlardı. Arada hiç çekinmeden oldukça yüksek sesle sinkaflı küfürler etmeye başladılar. Mahalle arası burası, insanların evlerinin arasında. Yaşlıca bir adam geldi sonra bir yerlerden. Gençlere yaklaşarak “Evladım, ayıp değil mi? Bakın burada insanlar oturuyor; evleri, aileleri var. Siz böyle elinizde köpekle küfürler ede ede yürüyorsunuz. Olur mu böyle şey?” dedi ve bunları gayet kibar bir şekilde nasihat ederek söyledi. Gençlerin arasından biri atladı, “kusura bakma” falan diyecek sandım ama öyle olmadı. Koskoca, belki de dedesi yaşındaki adamın yüzüne baka baka “Sana ne lan!” dedi.

Dondum, kaldım; öylece kalakaldım. İnanamadım yani. Benim gibi diyaloğu görenlerden biri müdahale edecek oldu; ellerinde tuttukları tasmayı gevşeterek onu da tehdit ettiler.

Yaşlı adam başını önüne eğdi ve gitti, gençler aynı şekilde bağıra çağıra yürümeye devam ettiler. Sokakta yürüyen kadınlar, çocuklar yine diğer kaldırıma geçti kaçar gibi…

Şimdi sorum şu; problem nerede? Biz bunları neden yaşıyoruz ve neden kimse bir şey demiyor ya da diyemiyor? Hem bu çocuklar kimin çocuğu? Ya da en ağır soru; bu hâle nasıl geldiler?