Beslenmek, insanlık tarihiyle beraber başlar.

Gıda temel yaşam gereksinimidir.

En zor şartlarda bile insanların gıdaya ulaşması bütün uluslararası kanun ve kurallarla garanti altına alınmıştır.

Konumuz gıda ve beslenme olduğu için, yaşam yolculuğunda beslenme azığını değerlendireceğim.

Gıda endüstrisinin olmazsa olmazı reklamlar…

Ekranlardan evlerimize taşınan yüzlerce ürün var.

Ama insan şunu sormadan edemiyor:

Hangi gıdalar?

Gıda endüstrisi her geçen gün yozlaşıyor; doğal olarak ürettiği gıda ürünleri de birlikte yozlaştırılıyor!

Bir tarafta yeteri kadar var olan ama her geçen gün uzaklaştırıldığımız doğal gıda çeşitleri; diğer tarafta ise endüstrinin, katkı maddeleriyle harmanlayıp janjanlı ambalajlarla alışveriş sepetlerimize sıkıştırdığı, midemize doldurmaya çalıştığı yozlaşmış ürünler.

Geçen günlerde uluslararası medya organlarında yayınlanan bir araştırma dikkatimi çekmişti.

‘Bundan sonra doğacak çocukların açlık içerisinde dünyaya gelebileceği’ anlatılıyordu.

Yani anneler besleniyor ama doymuyor. Tükettikleri ürünler, gıda ürünleri olmaktan ziyade işlenmiş faydasız ürünler olarak öne çıkıyor.

Bu da bir başka tartışma konusu.

Biz konumuza dönelim.

İnsan yaşamının sağlıklı sürdürebilmesinin yolu sağlıklı gıdalarla beslenmekten geçiyor.

Burada kastedilen “sağlık”, maddi ve manevi açıdan bir bütün olarak ele alınmalı.

İnsan temiz gıdaları tüketmeli, helal beslenmeli.

Böyle olunca neslin devamı da sağlıklı bir şekilde hayatını sürdürebilir. Kalpler bozulmaz, bedenler çürümez, zihinler bulanmaz…

Gıda endüstrisinin sağlık ve ilaç endüstrisiyle olan bağı gün geçtikçe ilginç bir hâl alıyor. Bir tarafta doğal ve sağlıklı beslenmeyi tavsiye edenler, diğer tarafta ise “açlık” tehlikesini cilalayarak muhteviyatı belli olmayan sözde gıdaların tüketilmesini teşvik edenler.

Sağlıklı beslenmeyi önerenler konuşunca yetkisiz, şovmen, şarlatan vb. iftiralarla susturuluyor; hatta bir algı operasyonuyla alaşağı ediliyor.

Ancak gıda diye insanlara dayatılan, muhteviyatı gizemli sayısız ürünü anlatanlar ağa, paşa gibi yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Hem de bilim, politika, bürokrasi ve medya gücünü sonuna kadar kullanmaktan çekinmiyorlar.

Alkol, tatlandırıcı eklenmiş içecekler, siyanürlü tuzlar, fruktoz bazlı şeker eklenen besinler, fast food yiyecekler, mayonez, şanti, trans yağları içeren cipsler, kızartmalar, nitrozamin içerikli sosis ve salamlar...

Listeyi uzatmak mümkün!

Ekranlardan evlerimize ‘ürün’ yerine yüzlerce ‘irin’ akıtılıyor!

Janjanlı ambalajlarla bir nesil nasıl kandırıyorlar, geleceğimiz nasıl yok ediliyor; anlamış değilim!

“Açlık” sorunu bahanesiyle GDO’lu tohumlara meşruiyet kazandırıldı ama ne hikmetse dünyada açlık her geçen yıl daha da artıyor.

Hayvansal gıdaların üretiminde GDO’lu yemler kullanıyorlar. İtiraz gelince de “Sadece hayvanlar yiyor, insan sağlığı için tehlike arz etmiyor.” gibi komik yalanlara sarılıyorlar.

Renklendiricilerle hayatı karartıyorlar.

Tatlandırıcılarla bağımlı hâle getiriyorlar.

Kıvam artırıcılarla sağlığımızı eksiltiyorlar.

Raf ömrünü uzatmak için insan ömrünü kısaltmaktan çekinmiyorlar.

Özetle, katkı maddesi adı altında gıdalara sayısız zehir katılıyor.

Ve bu zehirli ürünler ekranlardan evlerimize, iş yerlerimize taşınıyor.

Ciddi bir saldırı altındayız.

Buna bir son vermek gerekiyor. İlgili kurumların bu trajediye dur deme vakti geldi de geçiyor!

“Gıda kodeksi bu ürünlere izin veriyor, siz niye rahatsız oluyorsunuz?” diyenlere aldırış etmeden, toplum sağlığımız için acilen harekete geçilmeli.

“Türk Gıda Kodeksi” yeniden yazılmalı.

Dünyanın beslenme gerekçeleri yalanına sığınmadan, inancı önceleyerek, insan sağlığını önemseyerek, yerel dinamikleri dikkate alarak ve toplumun geleceğini sağlıklı bir şekilde inşa etmek için yeni bir “gıda kodeksi” yazılmalı.

“Helal ve tayyib olanları yiyin” emrine uyularak yenilenmeli kodeks!

Beslenme şeklinin, genleri değiştirdiği yıllardır bilinen ve açıklanan bir gerçek.

Her helal olanın yasal olmadığı gibi; her yasal olan da helal değildir!

Beslenme yoluyla insanların zehirlenmesi bir kıyımdır. Kaldı ki, bunun etkileri hemen başlamıyor. 10 hatta 20 yıl sonra sonuçları ortaya çıkıyor.

Tabii iş işten geçmiş oluyor!