“Medeni dünyanın karar vericileri” kültürel asimilasyon sürecini nasıl yönettiler, hangi yöntemlere başvurdular, stratejileri neydi diye kafa yoranınız oldu mu?

Kimdi bu karar verici güçler? Bizden ne istiyorlardı? Bunları tanımayı merak ettiniz mi acaba?

Önü arkası bir buçuk asırlık hikâye maalesef.

İstedikleri ise ebedî esaretten başka bir şey değildi!

İşe tarihî mirasımızı talan etmekle başladılar. Bu toprakların, bu eşsiz medeniyetin çocuklarına kendi mazisini ve medeniyetini “gerici”, “karanlık” olarak anlattılar; “bizden bir şey olmaz” iftirasıyla beyinleri esir aldılar. Eğitim sistemini iğdiş ederek yola koyuldular.  

Kendi politikalarına göre entelektüel bir kitle yetiştirdiler; gazeteciler, yazarlar, senaristler, yorumcular, eleştirmenler, yapımcılar, oyuncular, sporcular, aktörler, aktrisler, askerler, sendikacılar, eğitimciler, aktivistler, akademisyenler, siyasetçiler, iş insanları, STK'lar…

Sahte kahramanlar yarattılar. Sonra o kahramanlar eliyle istedikleri yaşam biçimini hayatımızın tüm evresine tatbik ettirdiler.

Her şeye Batı gözüyle bakan, Batı penceresinden yorumlayan, dünyayı Batı’dan ibaret gören bir kitleden bahsediyorum.

Edebiyatta, sanatta, sporda, sağlıkta, beslenmede, eğlencede, aile ilişkilerinde mihenk taşı Batı oldu.

Varsa yoksa Batı!

Kalbi, beyni ve gönlü boşaltılmış gençlere sınırsız özgürlük vadettiler, kendilerince öz güven aşıladılar. Onlara göre dünyaya bir kere geliniyordu. Eğlenmek, yaşam enerjisini çoğaltıyordu. Kolay yoldan köşeyi dönmenin hayal kapılarını araladılar.

Pop starlar, top starlar, kâinat güzelleri, vahşi yaşam yarışmaları, dövmeciler, sövmeciler, sevmeciler…

Ekonomiyle geldiler üzerimize; paramızı pula çevirdiler. Onlara göre biz bir çivi bile imal edemezdik. Yerli olan ne varsa onlara göre ikinci sınıftı, kaliteden yoksundu. Her şeyin en iyisini Avrupa yapardı.

Ekonomimiz zayıflamış, moralimiz bozuktu ne de olsa. Gülmeye ihtiyacımız vardı.

Güldürdüler!

Dizilerle, filmlerle saldırdılar; senaristlerin can alıcı metinlerin içine ustaca gizlediği subliminal mesajları, zehirli metinleri komedyenler; dizi oyuncuları, aktörler, aktrisler eliyle evlerimize taşıdılar. Bize ait ne kadar kutsal varsa ekmek arası komedi olarak yedirdiler bize...

Bugün şikâyet ettiğimiz birçok markayı bir anlamda biz canavarlaştırmış olduk!

Materyalist yaşam biçiminin yapay ürünü olarak; insan olmayı ve insan gibi düşünmeyi Batı zihniyetiyle paralel yaşamak şeklinde algılayan başıboş gençler çıkıverdi karşımıza!

Bu ülkenin, bu coğrafyanın, bu toprakların çocukları hep hor görüldü, geri zekâlı muamelesine tabi tutuldu; hepsine oy deposu gözüyle bakıldı!

Millî ve manevi değerlerden kopuk yetiştirilen nesillerin tekrar özüne dönmesi biraz zaman aldı.

Medeni Avrupalı tuvaleti bile bilemezken biz aşı geliştirmiştik.

Bu aşı tutmalıydı; bu fazilet yolculuğu yarıda kalmamalı, bu irfan kervanı kaldığı yerden yola revan olmalıydı.

Öyle de oldu.

Vakit doldu, üzerimizdeki ölü toprağını attık ve tekrar bizim devrimizin başladığını tüm dünyaya ilan ettik.

Yıllarca bize bilim düşmanı diye anlatılan, saltanat iktidarı, zevk ve sefa düşkünü diye iftiraya uğrayan, itibar suikastı yapılan, maddi-manevi bağlarımızın kopartılmak istendiği Osmanlı Devleti’nin 1715’li yıllarda “çiçek aşısı” geliştirdiğini ve başarıyla uyguladığını, İstanbul'a gelen İngiltere büyükelçisinin eşi Leydi Mary Montagu’nun “hayret” dolu mektuplarından öğreniyoruz.

Bize, "bizden bir halt olmaz" iftirasını ezberletenlere inat, bu toprakların çocukları hem Osmanlı Devleti döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında sayısız başarıya imza attı, kahramanlıklar sergiledi.

Meydanlarda savaşlar kazandı, fabrikalar kurdu, kendi uçağını üretti, otomobilini yaptı, tankını tasarladı.

Ama ne oldu biliyor musunuz?

Ottan bahanelerle, patatesten mazeretlerle, olmadık çamurlar atarak bu kahramanlar ortadan kaldırıldı; elde edilen başarılar engellendi, ortaya çıkarılan eserler toprağa gömüldü!

Hep aynı akıl devredeydi:

“Sizler sadece yiyin, için, eğlenin, dans edin, oy verin, heykel yapın ve bize tabi olun. Her ne isterseniz biz size tedarik ederiz!”

“Sizden bir şey olmaz" diyordu!

Asırlarca bu ülkenin gençlerinden gizlenen gerçekler bir bir ortaya çıktı.

Bizim çocuklarımız, bizim mühendislerimiz; bizim karakterimizi yansıtan eserleri “bize” hediye ettiler.

Ve yeni kahramanlarımız sahne aldı.

Gözü kara bir yiğit, sessiz sedasız ‘Türk Asrı’nın “Bayraktar”lığını üstlendi bile!

“Bu iftiralara karnımız Togg” diyen Anadolu’nun adanmış babayiğitleri eşsiz bir “devrim” gerçekleştirdi.

“Kaan”ımız yıl sonunda göklerdeki nöbetini devralacak. “Gökbey”imiz gururla görevlerini ifa ederken “Hürjet”imiz yeni kahramanlıklar için göklerde süzülüyor.

Dünya semalarında Türklerin çelikten mamul “Anka kuşları” var artık.

“Kızılelma”mızın kanatları dosta güven, düşmana korku salıyor.

“Bayraktar TB3” özgürlüğün yılmaz bekçisi olmakla kalmadı; yenidoğan dünya çocuklarına ilham perisi oldu, isim babası rolünü üstlendi.

Dünyanın ilk silahlı insansız hava aracı (SİHA) gemisi ve Türkiye’nin en büyük savaş gemisi “TCG Anadolu” ile “Mavi Vatan” daha güvenli artık.

Her şeye inat, bizden bir şey olur!