Bir gece ansızın gelirler.

İnsanlar sokaklardan çekilip sustuklarında onların sesi duyulur.

Felaket bir cesaretleri olur boş buldukları meydanda. Savunmasız bir ülkeye saldıran Vandal bir ordu gibi dağınık düzen yürürler. Oysa, gündüz ana caddelerin kenarlarında uysal uysal yatarlar, gelen geçen şefkatle bakarlar hadım edilmiş hayatlarına. Evet, sokak köpeklerinden bahsediyorum.

Bizim mahalleden genellikle gece saat iki civarında geçerler. Neredeyse her gece kedileri kovalarlar. Bazen yakaladıkları da olur… Boğuşma sesleri gelir gecenin o sahipsiz kıyısında.

Makarna’yı dört yıl önce sokağa bıraktık. Daha doğrusu o dışarıyı istedi. Evin yanındaki çocuk parkı onların doğal bahçesi oldu. Bedriye Abla ise apartmanındaki giriş katını mahallenin kedilerine ayırmıştı yıllardır. Bizim Makarna da doğal olarak otuz kadar kedi arasında yerini aldı. Çok hastalık çekti. Dişlerinin yarısı çekildi. Ameliyat oldu, kırık çıkık hiç eksik olmadı garibandan. Ama iyi semirdi. Son bir aydır eve gelip gidiyor, bizi şaşırtıyordu. Halinde bir gariplik vardı. Yaşlanmaya başladığına ve soğuklardan muzdarip olduğuna yormuştum… Oysa, kediler hissedermiş. Hani şiirlere bile konu olmuştur ya, “Kediler hisseder” diye.

Gecenin bir yarısı bir boğuşma sesi geldi. Sanki eşimin içine doğmuş gibi pencereye koştu. Bedriye Ablalar bir arabanın altına doğru sesleniyorlar, kediyi çıkarmaya çalışıyorlardı. Bir müddet sonra “Makarnaaa!”  dediğinde içime sanki itler pençe atmışlar gibi yataktan fırladım. Ben varana kadar Makarna’yı arabanın altından çıkarmışlar, köpekleri kovalamışlar, eve çekilmişlerdi. Gecenin bir yarısı kadınları rahatsız etmek istemedim. Kedilerin kaldığı giriş katının lambaları yanıyordu. Umutlandım… Beyaz bir çarşafı üzerine geçirdikleri kedi sepetini görünce içim kabardı. “Eyvah!” dedim… Ses de gelmiyordu. Herhalde bir yere atacaklar, diye düşündüm ve kendimi toplayıp sordum: “Ne oldu abla! Sokak köpeklerinin saldırısını, büyük yarası olduğunu, canının yandığını söylediler.” Ölmediğini anladığımda sevindim. Taksi çağırmışlar, gidecekleri kliniği söylediler. Bir hızla eve çıkıp hazırlanana kadar taksi gelmiş, peşlerinden koştum, yetişemedim. Ama olmaz, dedim. Bu sefer olmaz, dedim. Öyle ya çocukluğumda bir yavru kediyi daldan kurtarayım derken, yerdeki çoban köpeğini görmemiştim. İki yıl önce hastalanan Tarçın’ı beş gün boyunca izlemiş ama derdine merhem olamamıştım. Bu sefer olmaz, dedim, Bedriye Ablaların peşi sıra kliniğe gittim, epey bir süre taksi bekledikten sonra. Kliniğe vardığımda, acil müdahale ettiklerini ama yaraları dikmediklerini, sabah kedinin belediyeye teslim edilmek üzere götürüldüğünü söylediklerinde hem sevindim hem de üzüldüm. Evet, iç kanaması yoktu. Muayeneye göre kırık çıkık da yoktu ama başka bir sıkıntı vardı: Arka kısmı felç gibiymiş.

Eşim çok üzülmüştü. Kendini toplamasını ve kediyi komşulardan alıp getirmesini söyledim. Başka bir klinikte yoğun bakıma alınacaktı. Alındı da... Röntgen çekildi. Sıkıntı yoktu. Ama arka bacaklardan ve kuyruktan dört yerden kötü şekilde ısırılıp yaralanmıştı. Röntgen sırasında yanındaydım. Benden çekinen Makarna, sesimi her duyduğunda biraz rahatladı. Elimi yaladı. Ama ağlayan bir çocuk gibiydi. Savaş görmüş bir ihtiyar gibiydi. Biten bir hikâyenin, ayrılığın kenarındaki bir insan gibiydi. Hep, gibiydi diyorum ya; inanmayın! Tam da öyleydi. Onca sene eve gelmeyen kedinin içine bir şey doğmuştu. Belki de bu yüzden bize sığınma gereği duymuştu. Biliyor musunuz, koşturmalar sırasında dört ya da beş kere telefon görüşmesi yaptım. Şarjım yüzde bir idi. Ve telefon kapanmadı! İlk görüşmede tedirgindim ama diğer görüşmelerde bir şeyin farkına vardım: Şarj bitmeyecekti. Bitmedi de. Ve bunun Makarna’nın hayatıyla, bizim onun yanında olmamız gerektiğiyle ilgili olduğunu hissettim.

Kötülük, gündüz sinen, gece ise olanca vahşetiyle ortaya çıkan bir şey gibidir. O sebepten olsa gerek kötülük yapanlar hem bahanelerini ayarlar hem de herkesin gözü önünde yapmazlar.

Savaş devam ediyor. Kimi ölümlerin kimi ölümlerden daha kıymetli olduğu; kimi mültecilerin diğer mültecilerden daha kıymetli olduğu bir dünyada bir kedi can çekişiyor. Tüm canları veren Allah elbet merhametlidir. Elbet ölüm can ayırmaz ama zulüm can seçmeye devam ediyor.

Bir gece ansızın ortaya çıkan köpek dişlerinin parçaladığı ürkek canlar gibiyiz… Ama bir kediye saldıran sokak köpeklerinden daha vahşi ve sinsi bir şey var dünyada: dünyanın belli renkte insanlarının kıymetli, belli renkte ve inançta olan insanlarının kıymetsiz olduğuna inanan, beyni iğdiş edilmiş, zorbasına aşık nicelerinin olması.

Bir can… Kimin ve hangi canlının olursa olsun azizdir. Birileri kendinden olmayan ölülere ve ölümlere telef nazarıyla bakıyorsa o göz çoktan leş olmuştur!

Bu arada, Makarna yoğun bakımda… Dua dileriz efendim!