Cânım kâri, ben hüznün mukaddes olduğuna ve hüzünlenen insanın Allah’ı hatırladığına inanırım. (Şimdi “kâri” diye hitap ettim yine. Belki de ve muhtemelen her yazımın bir yerinde bu şekilde isim verdim zaten sana. Aslında daha evvel yazdım ama yine söyleyeyim; ben mümkün olduğu kadar muhabbet eder gibi yazmaya gayret ediyorum. Ya da diğer türlüsünü yapamadığımdan karşımda bir dost var gibi yazmaya çalışıyorum. Onun için de bir isim veriyorum dost diye bildiklerime. Biri geçenlerde bir yazımı okuyup şöyle yazmış; “Uzun zaman sonra yazını okudum. Hâlâ ısrarla ‘kâri’ yazıyorsun.” Doğru söylüyor. Ama ne yapayım? Mesela uzun zamandır dostum, kardeşim, sırdaşım olan Yakup’a da hâlâ ısrarla “Yakup” diyorum. Bana da otuz senedir “Fatih” diyorlar, gocunmuyorum. Neyi rahatsız etti arkadaşı bilemiyorum ama şu da var; ikinci çoğul yerine ikinci tekil şahıs olarak bana yazması yani “siz” değil de “sen” demesi en azından istediğim samimiyeti az da olsa verdiğimi gösterdi bana ve mutlu oldum. Neyse, içimden geldi söyledim işte.) Hüznün kutsiyetine inanırım ben. Ama şu da var ki hüzün her ne kadar kendi varlığıyla güzel, mukaddes bir hasletse de neye hüzünleniyorsa odur ya da o kadardır insan.

Rivayet edenler şöyle rivayet etmişlerdir ki:

Bir gün Hz. Fatma Hz. Ali’yi hüzünlü görünce şöyle dedi:

-“Ey Ali, eğer üzüntün bu dünya içinse bize yakışmaz. Yok, eğer ahiret içinse söyle de beraber üzülelim…”

Hayatına şiar edineceğin, unutmadan her defasında hatırlayıp da kendine çeki düzen vereceğin bir cümle, elbette öyle. Ama burada kimseye dünya malına kıymet vermemenin, dünyalık davası gütmemenin, aslında hiç kendinin olmayan bir şey için hüzünlenmemenin dersini verme hadsizliğini yapacak değilim. Benim bütün bu hikmetli sözde ilgimi çeken ve aslında meselenin özü olduğuna inandığım kelime; “beraber”. Neden Hz. Fatma Hz. Ali’yi hüzünlenmesin teselli etmiyor da hüznünü beraber paylaşmayı istiyor?

Evvelce çok sözlük okumuşluğum vardır ve keyiflidir de lügat okumak. Gerçi çok kere tuhaf bakışlara hedef olduğumu söylemem lazım. Halen dahi çok defa döner durur okurum. Hele ki divan şiiri sözlüğü okumanın lezzeti her vakit öylece durur dimağımda. O vesileyle kelimenin manasını da kökenini de söylemenin bir zararı yok bence. Beraber kelimesi Farsça bir ikileme. Aslında bar-â-bar… Ya da biraz daha bugüne yaklaştırırsak ber-â-ber… Ber kelimesi ise Farsça’da “sîne” manasına geliyor. Ve evet “sîne”nin de Farsça olduğunu biliyorum ama “göğüs” kelimesi tam olarak karşılamıyor bence ve onun için “sîne” daha uygun geliyor bana. Yani beraber demek, sîne sineye, gönül gönle olmak demek.

Hüznün kıymeti tam da böyle birini bulduğunuzda ortaya çıkıyor kanaatimce. İşte o zaman mukaddes bir hal alıyor. Hüzün insanı Allah’a da insana da yaklaştırıyor. Ve ben tam da bunun için hüznünü paylaşacak bir yâren, bir dost bulanlara imreniyorum. Hz. Ali gibi bir dost “gel beraber üzülelim” diyecek Hz. Fatma gibi bir yâren…

O yüzden tam da şöyle diyorum hep; asıl dost ağladığın vakit gözünden yaşı silen değil oturup da seninle gözyaşı dökendir. Beraberdir yani… Ve beraber olmak ile yan yana olmak aynı şey değildir.