İnsanın derdi büyük olunca, maksadı büyük olunca, büyük hayaller kurup, büyük rüyalar görüp hayra yorunca ve o şuurla yola koyulunca karşısında duranların sayısı da artıyor. Ona engel olanların, durdurmak için gayret edenlerin, göğe kaldırdığı başını yere düşürmek isteyenlerin, söylediği hakikati yalan belleyenlerin sayısı da artıyor ve kurduğu hayalleri hayal edenlerin, gördüğü rüyaları hayra tahvil edenlerin sayısı da azalıyor. Yani böyle yollar, dava, inanç ve dert taşlarıyla örülmüş olan yollar hep yalnız yürünür kâri. Yanında bir yoldaş bulunmaz, zira senin inandığın hayale inanıp da yola kimse çıkmaz.

Oysa her hakikat bir hayalle başlıyor. Evvel bahiste bir hayale inanıyor dünyayı değiştiren insanlar. Belki kendileri o hayalin gerçek olduğunu, gördükleri rüyaların hakikat olduğunu yaşayacak kadar bu âlemde kalamıyorlar ama uğrunda sahip oldukları neleri varsa onları verdikleri maksatları bir gün muhakkak gerçek oluyor. Allah emekleri ziyan etmiyor yani, hayali olanları, hayra yoranları yalnız koymuyor.

Ben zannediyorum ki şimdi de zaman o zamandır. Karşımızda bunca gafilin durmasının da, böyle sürülerin paçalarımıza sarılmasının da, bazılarının kuyruklarındaki acıyla her bir yana saldırmasının da sebebi büyük hayaller kuruyor olmamız gibi geliyor bana. Yoksa Avrupa dediğin çukurdan gelen seslerle, içimize sızmış hainlerin pis ağızlarından dökülen seslerin aynı olması tesadüf olmasa gerek. Hem her vakit düşman diye bellediklerimiz karşımızda duranların arasında olmuyor, içimizde, tam içimizde de bekleyenler, ellerindeki silahları haince saklayanlar ve kudurmuş bir köpek gibi saldırmak için dişlerini bileyenler de oluyor. Eskiden de vardı ve şimdi de var onlar.

Yani ne Almanlar’ın çıkıp da “Ermeni soykırımı yaptınız” yalanına, ne Ayasofya’da Kur’an-ı Kerim okunuyor diye Yunanlılar’ın kıvranmasına, ne Amerikalılar’ın “Müslümanlar teröristtir” diye hırlamasına aldırmıyorum aslında ben. Onlar kendi çürümüş ve pislik bulaşmış zihinlerini, geçmişlerini, emellerini her vakit unutup da bunları söylediler zaten ve söylüyorlar, söyleyecekler. Zira herkes kendi heybesinde olanı verir, her kap içindekini dışa sızdırır ve onların içlerinde kandan, irinden, pislikten başka bir şey yok. Oysa gönül lisanını hâlâ susturmamış olanlar, vicdanlarını öldürmemiş olanlar şunu biliyorlar ki onlar kendi dinlerinden ve kendi soylarından olanları katlettiklerinde de, o şimdi kıymet verdiklerini söyledikleri Ayasofya’nın içinde bütün pislikleri yaptıklarında da, kendi dindaşlarının canlarını aldıklarında da onca mazlumun yanında yine bizim ecdadımız vardı. Endülüs’te katledilen Yahudiler’in aman diledikleri, yardım istedikleri yine bizdik ve onları dahi bu cani ve barbar Batı’nın elinden biz kurtarmıştık. Sonra Kudüs’e yürüyen ikinci haçlı orduları kendi dindaşları tarafından kandırılıp da malları mülkleri ellerinden alınıp, ölüme terk edildiklerinde yine onların ellerinden biz tutmuştuk da “Ah merhamet” demişlerdi” işte biz sana yenildik. Sonra Ermeniler bizim tarih kitaplarımızda millet-i sadıka idiler. Kim kime böyle bir isim vermiş ki başka!

Ya da içimizde olanlar, bu ülkenin suyunu içip ekmeğini yiyen ama içinde pislikten başka bir şey biriktirmeyen onlarca adam da var. Misal ki şu son zamanlarda içimizi yakan bunca terör olayından sonra aklıma vatana ihanetini gazete köşesinde bile beyan eden, teröriste yol gösteren bir adamın şu cümlesi geldi hemen -ki onun gibilerin sayısı fazla hem de çok fazla-  aynen şöyle yazıyordu: “Ben terörist olsam Türkiye’ye Ramazan’da saldırırım.” Üzülmeyin bayım, zaten öylesiniz. İhanetin en dibinde bir pislik çukuruna sığınmış hain bir teröristsiniz zaten. Ve bu Ramazan’da o patlayan bombalar yüzünden şehit olan herkesin vebali muhakkak ki sizin de boynuzunuzda -pardon dilim sürçtü- boynunuzda asılı olacak.

Anlıyorsun değil mi kâri? Anlıyorsun… Aynı, hepsi aynı… İçimizde ve dışımızdalar. Ama aynılar… Ve bu kadar fazla olmaları, hayalimizin büyük olmasındandır…