Yazmak, çoğu zaman zihnini çatlatırcasına, parmaklarını kanatırcasına, ağlarcasına ve anlarcasına yaptığım bir haldi. Yazmayı sevdiğim kadar sevemedim konuşmayı ben. Belki de yazmayı sevdiğim kadar sevebildiğim hiçbir fiil yoktu. Onlarca kişi için ve belki de olmayan kişiler için, yaşayanlar ya da ölenler için, ölmeyen ölüler için, ismini bilmediklerim, yalnızca hayal ettiklerim için ne kadar çok şey yazdım. Ama bu defa farklı, çok farklı… İlk kez yıllar sonra bile olsa okunacağından emin olduğum mektuplar yazıyorum. Ve bir farkla bu kez kızıma bütün yazdıklarım. Oysa “kızım” demeye bile alışmış değilim henüz ve halen dahi bir hayali yaşayan, hayaliyle ve hayalinde yaşayan ufacık bir çocuk var kocaman bedenimin içinde. Öğrendiklerimi değil, hissettiklerimi; bildiklerimi değil de hayal ettiklerimi yazıyorum. Ve bu andan sonra burada yazdıklarım bir mektup, bir miras ya da belki bir garip hatıra olacak. Kim okuyacak bilmiyorum ama ben henüz yalnızca masum gözlerinde gözlerimi gördüğüm kızıma yazıyorum bunları.

Sen henüz beni tanımıyorsun kızım. Belki de kim olduğumu bile bilemiyorsun. Oysa zannederim ki hiç kimsenin veremediği kadar güzel bir isim vereceksin bana. Ömrünün geri kalan kısmında bana “baba” diyeceksin. Seveceksin beni ve inan ki çok sevileceksin. Hem herkes sever bebekleri. Zira her varlık dünyaya yeni geldiği zaman güzel. İşte sen de o kadar güzelsin.

Ben çok evvelden hayal ettim seni. Dualarımda bir ismin yoktu henüz, hem hatırlayamayacaksın sen belki ama deden okudu kulağını ismini ezanla. İsmini bilmesem de ve bir isim veremesem de hayallerimde sana bir suret çizdim hep. Bazen anneme benzettim, bazen annene…

Şimdi varsın. İşte buradasın. Yaşamak denen bu garip rüyadasın. Ama fark edemedin henüz. Zira yaşamak dediğin kızım içinde olduğun ama farkında olmadığın bir derya. Boğulmuyorsun belki ama yüzemiyorsun da kolay kolay. Ben de henüz birkaç kulaçlık mesafedeyim bu denizin içinde ama inşallah sen her elini uzattığında tutan ben olacağım yanında. Ellerin hiç boşa gitmeyecek kızım. Korkma ben varım ve benden önce Allah var.

Bir de eksik kalanlar var kızım. Sen daha doğmadan evvel eksilmiş olanlar, noksan kalanlar, kaybolmasa da kaybettiklerimiz var. Mesela çok isterdim dedemi görmeni. Ellerinden öpmeni öyle çok isterdim ki. Onun beyazdan daha beyaz sakallarına dokunmanı, sen gibi kokusunu koklamanı çok isterdim. Sana dualar etmesini, ilahiler ve türküler söylerken kendi kendine dinlemeni ne çok isterdim. Ama istemek yetmiyor bazen kızım. İstemek kâfi gelmiyor.

Çok uzatmıyorum yazdıklarımı. Yazamadıklarım da var zira. Ama ben sana bunları yazarken uyuyorsun sen. Ve ne kadar güzel kokuyorsun. Bilmem ki cennet mi bu? Ama dünya kokusu sinmedi henüz tenine. Cennet kokuyorsun, dedem kokuyorsun…

Ve kızım, bil ki bir nefes gibi geldin sen, bir dua gibi geldin, bir hayaldin de hayallerimle geldin, sanki ben daha doğmadan geldin, ben büyümeden, babamın hâlâ küçük oğluyken geldin, gece gördüğüm ama sabah gerçek olan bir rüya gibi geldin, hoş geldin…