Önümüzdeki belediye seçimleriyle alakalı, kim hangi şehirde ne yapmış tonunda tespitlere girişip, rakam kalabalığına bulaşmayacağım. O işi şevkle ve başarıyla yapan gazeteciler mevut. Her aday, her cephe kendi propagandasını yapıyor. Aslında 16 yılı aşkın bir süredir Türkiye genelinde ulaşım, sağlık, kültür, sanayi ve sair alanda gerçekleştirilen icraatları görebilmek için propagandalara maruz kalmamıza bile ihtiyaç yok. İnsaf yeterli. Ama insanın dolayısıyla ideolojinin olduğu yerde maalesef meseleyi insanların insafına bırakamıyorsunuz.
Vicdanlı her birey, Cumhur ve sözde Millet ittifakının halkımıza hizmet etmek üzere kamuoyuna sunduğu adayların niteliklerini, deneyimlerini, fikirlerini ve aidiyetlerini gözlemleyebilecek kabiliyete sahip. En azından seçim vaatlerini sağlıklı bir şekilde analiz edebilmeye yönelik temel duygusal donanımı haiz…
Mesela halka daha önce yapılmış olanın kalitesiz bir kopyasını sunan, hatta yapılmışları yıkmayı planlayan, büyük hizmet olarak son kullanma tarihi geçmiş ilaçları ihtiyaç sahiplerine dağıtma sözü veren, kendisi gibi düşünmeyen vatandaşlara kamera önünde dahi hakaret edebilen adayların oluşturduğu bir hizip yapısına; vicdan sahibi herkesin gereken cevabı sandıkta vereceğini düşünüyorum. Yalnız bunlar bile meseleyi salt ‘’belediye seçimi’’ başlığında ele alırsak yeterli. Hele ki Erdoğan ve ekibinin, milli güvenlikten sosyal hayata kadar yıllardır yaptığı işler göz önüne alınırsa…
Fakat ne yazık yalnızca belediyecilik hizmetlerini değerlendireceğimiz bir iklime sahip değiliz bu ülkede. Yalnızca CHP/HDPKK/İP/SP ittifakının aklımızla alay eder gibi ortaya attıkları mizahi ve trajik seçim vaatlerini yorumlayarak sandığa gidecek durumda değiliz. Zaten söylemlerinden, vaatlerinden belli oluyor ki çok da önemsemiyorlar hizmet mevzuunu. 150 yıllık beka sorunumuzu paranoyayla tanımlayıp ortak bir üslupta birleşerek ülkeyi yem etme derdindeler. Tıpkı ataları gibi. Zira ataları da zamanında, Türkçülük, Batıcılık ve İslamcılık gibi ithal akımların peşinde bir araya gelmiş; normal şartlarda birleşemeyecek bu çelişkili fikirlerin mümessilleri, devletin paramparça olması için ellerinden geleni yapmıştı.
Şimdi de değişen bir şey yok. Hedefini belli etmekten dahi çekinmeyen iğrenç, net bir ittifak ortada. Türkiye’yi sömürgeleştirmek uğruna klasik ideolojilerin bile peşkeş çekildiği rezil bir birliktelik. Lafta Türkçüsünün, faşist teröristinin, güya dindarının ve vesayetçi Kemalist’inin aynı dava üstüne birleştiği kirli bir lobi. FETÖ’nün, PKK’nın, sermayesi katliam ve sömürü olan Batı emperyalizminin bürokratik sözcülüğüne soyunan hain bir gruplaşma… Tüm bu zulmete karşı âmâ, sağır ve dilsiz olan halk kitlelerine güvenerek; belediye seçimleri adı altında işlev alanlarını genişletme amacındalar. Tıpkı Gezi’de, 17/25’te, 15 Temmuz’da, genel seçimlerde olduğu gibi…
Bütün nitelikleri ve işleyiş prensipleriyle Türkiye’ye zarar vermek üzerine kurulu bir yapıları var. En büyük zararlarından birisi de; haysiyet ve aidiyet sahibi insanların belediye seçimlerinde bile her şeyden evvel ‘’bağımsızlık’’ refleksiyle oy kullanmak zorunda hissettiği bir Türkiye inşa etmeleri. Yani şikâyet ettikleri “beka sorunu’’nu -uluslararası destekçilerle- kendileri ürettiler…
“B.k içinde bile yaşasam Tayyip’e oy vermem!” zihniyetindeki yobazların düşünce yapısına şeklen benzer biçimde, fakat tam tersi asil bir gayeyle, “açlıktan sürünsem bile liderime ve ekibine sahip çıkarım, bu bir milli güvenlik meselesidir, bölücü teröristlerle işim olmaz’’ kanaatine sahip insanlar yeşerttiler. Organik toplumsal ilişkilerde kişisel menfaatlerin yerine devletin ve milletin bütünlüğünü, bağımsızlığını önceleyen insan sayısını çoğalttılar. Bu insanlar, “kendi hesabımı kendim görürüm” demeye başladı. “En çok ben eleştiririm ama devleti haine teslim etmem’’ şuurunu benimsediler. İyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle yanlışıyla aldıkları hizmetler de yanlarına kâr kaldı.
Sözde millet ittifakını, bu ittifakın profesyonel destekçilerini ve bu profesyonellerin gazına gelen avam takımını çıldırtan şeylerden biri de bu. Yıkılması güç bu “şuur duvarı”nı tuz buz etmek için sürekli olarak “cehalet’’ kartını oynuyorlar. Kültürel iktidarın bütün imkânlarını kullanarak, yerli ve milli bilinci silik ve etkisiz bir kalıba sokmak istiyorlar. Çünkü ne bin yıllık bir aidiyetleri ne de kuşatıcı düşünecek bir zihinleri var…
Konu konuyu açıyor. Burada bitireyim. Hayırlı bir seçim süreci diliyorum.
Son sözlerim şu ki, benim bir aidiyetim, kuşatıcı düşünen bir zihnim ve insaflı olmaya çabalayan bir kalbim var. Seçim sandığına giderken, Türkiye ile birlikte Filistin’i, Suriye’yi, Yemen’i, Mısır’ı, Sudan’ı, Türkistan’ı, Balkanlar’ı ve dünyanın her yerinde Türkiye’yi “baş” bilmiş bütün mazlumları düşünmek niyetindeyim. Belediye seçimlerinin belediye seçimlerinden ibaret olmadığını beynime mıhlayarak rey verme gayesindeyim…