Her bayram şehirlerden kasabalara ve köylere doğru büyük bir seferberlik başlar. Bu seferberliğin en büyüğünü nüfusumuzun beşte birini barındıran İstanbul’dan memleket hasreti ile yola çıkanlar oluşturur. İstanbul’dan Anadolu’ya, Trakya’ya âdeta büyük kaçış yaşanır. Bayram duygusu herkeste ağır basar ama gidiş yönleri maksatları da ele verir. Ege ve Akdeniz’e yönelenlerin büyük çoğunluğu bayramı deniz kenarında tatil yaparak geçireceklerdir.

Anadolu’nun diğer bölgelerine gidenler ise daha çok “sılayırahim” yapmayı murat ederler. Kısmen memleket havası alınırken kısmen de olsa eş, dost, akraba ziyareti yapılır. Kısmen diyorum çünkü köylerde ve beldelerde artık ziyaret edecek nüfus kalmadı. TÜİK verilerine göre 2022 yılında toplam nüfusun %93,4’ü ilçe ve şehir merkezlerinde, %6,6’sı belde ve köylerde yaşıyor.

Kışın inin cinin top oynadığı, kurtların mesken tuttuğu köyler yazın şenlenir, canlanır. Kışı şehirlerde geçiren yaşlılar bahar geldi mi köyün yolunu tutarlar. Çocukluğu köyde geçip sonra büyük şehre gelenlerin en büyük rüyası tekrar köye dönmektir. İmkânı olanlar köydeki samanlığı (merek), ahır ve eski evi yıkıp yeni bir ev yaparlar. Bakacak hayvan kalmayınca ahırın da samanlığın da anlamı kalmamıştır. Şehirde doğup büyümüş yeni nesil için boğa, koyun; inek, koç olmuştur!  Bu hayvanları ancak belgesellerde, haberlerde görürler.

Bu bayram göç kervanına biz de ailecek katıldık. Cumartesi sabah 07.00’de başlayan yolculuğumuz pazar akşamı nihayetlendi. İstanbul, bize sürpriz yaptı; Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nü çok hızlı geçtik. “Ne güzel, yol açık, rahat gideceğiz.” dedik. Yaklaşık 15 dakika sonra otoyol ayrımına gelince trafik durdu. Ondan sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim; dört şeritlik yollar tıklım tıklım araba dolu, mola yerleri insan kaynıyor. Yeme içme yerleri, ihtiyaç mekânlarında kuyruklar uzadıkça uzuyor. İşte size meşakkatli uzun bir yol hikâyesi…

Günün sonunda artık hava kararmaya başladı ama biz hâlâ Gerede civarındayız. Gece Amasya’da konaklayıp ertesi gün yola devam etmek istiyoruz ancak bütün oteller dolu. Sonra bizim ikiz yeğenlerin marifetiyle Merzifon Öğretmenevi’nde yer bulduk ve gece saat 01:30’da Merzifon’a vardık. Öğretmenevine yerleştik ama uyumak için çok vaktimiz yok çünkü sabah namazı 04.30’da, bayram namazı 05.40’ta kılınacak…

Merzifon denilince benim aklıma Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gelir. Yıllar önce “Almanya’daki Türk İzleri Belgeseli” için ben de Paşa gibi Viyana kapılarına dayanmıştım. Savaşta esir düşen Türklerin izlerini takip etmiştik... Bayram namazını tarihî bir camide kılalım arzusuyla internette arama yaptım. Merzifon’un bir tarih kenti olduğunu fark edip çok sevindim. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camisi’nde bayram namazını kılmak üzere yola çıktık. Önümüze saat kulesi ve tarihî bir cami çıktı, arabayı durdurup oraya yöneldik ama kapıya varınca kitâbede Çelebi Sultan Mehmet Medresesi Camisi yazdığını gördük. Namaza gelen birisine sordum, bizim aradığımız caminin de iki dakika mesafede olduğunu öğrendik ve oraya yöneldik.

Bayram namazını, kalem gibi minaresi, ahşap tavanı resimlerle süslü, şadırvanlı, 1666 yılında yapılmış Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camisi’nde eda ettik. Namaz sonrası tarihî çarşı içinden dolaşarak tarihte kaybolarak bir nebze de olsa yorgunluğumuzu atmaya çalıştık.

Sonrası Amasya, Sivas ve Erzincan’ın güzel ilçeleri üzerinden saat 16.00 sularında memleketimiz Erzurum’a vasıl olduk. Bayram ve memleket sevincimizi bu hâle getiren plansızlığımızın ve bizlere yaşamayı zehreden bu canavar şehirleşmenin üzerinde ehemmiyetle durmamız gerekiyor vesselam….