Alvarlı Efe Hazretleri ne güzel söylemiş:
Cân bula cânânını
Bayrâm o bayrâm ola
Kul bula sultânını
Bayrâm o bayrâm ola…
Kalpten kalbe giden bir yol varsa o da sözün samimiyetinden geçer. İşte bu mısra o sebeple bizi mest ediyor, içimizdeki bir şeylere dokunuyor.
Son birkaç gündür Ramazan Bayramı’nın güzelliklerini müşahede ediyoruz. Bu toprakların iliklerine kadar İslam olduğunun aşikâr hâle geldiği günlerdir, bayram günleri. Nedendir bilinmez bayrama ulaşan her aile oruç tutsun veya tutmasın bir rahmet halkasıyla çevrelenir. Sekinet havası dört bir yana yayılır. İslam’ın birleştirici gücünü bir kez daha görürsünüz.
Bursa’nın tarihî Hisar Mahallesi’nde oturuyorum. Ulu Cami, Osmangazi ve Orhangazi türbeleri ile Üftade Camii, Mevlevihane ve Somuncu Baba’nın evi gibi onlarca tarihî yapı bu bayram günlerinde âdeta akına uğradı. Binlerce araç, yüz binlerce insan bayramın manevi havasını yaşayabilmek için buralara gelmeyi tercih etti. Son yıllarda bu denli yoğun bir kalabalığı görmedim diyebilirim.
Mahallenin ara sokaklarına, dar çıkmazlarına kadar uzanan insan deryası ümidimi pekiştirdi. Türbeleri ziyaret edip ecdadına dua okuyan aileler, Ulu Cami’ye girip hayranlıkla hatları seyreden yetişkinler, dört bir yana koşturan çocuklar, namaza duran anneler velhasıl milletimizin aslını teşkil eden her kesimden insan bayram günlerine yakışan bir coşkuyu ortaya koydular.
İstanbul’un işgal günlerinde Ramazan ayında minarelere asılan mahyaları, camilere akın eden insanları gören İngiliz komutanın kalıcı işgalden ümidini kestiği anlatılır. Çünkü Türk milleti beş asır boyunca İstanbul’u İslam’ın nişaneleriyle yoğurarak âdeta “İslambol” hâline getirmiştir. Milletimizin dinî ve millî gelenekleri de bu şehrin birer parçası olmuştur. İşte bir şehri bir toprağı millete ait kılan bu özellikleridir.
Eskiden bayramlar daha bir eğlenceliydi elbette. Biz Anadolu’nun kasabalarında, köylerinde yaşarken kapı kapı dolaşıp şeker toplayan çocukları görebilirdik. Şimdilerde özellikle büyükşehirlerde bu alışkanlık ortadan kalktı. Bayram gezmelerinin de azaldığını göz önüne alırsak geleneklerimizin değiştiğini veya başkalaştığını söyleyebiliriz. Şimdilerde bayramların gözde mekânları lunaparklar ve AVM’ler oldu.
Yine de akraba ziyaretlerine giden çocuklar el öpüp harçlık almaya devam ediyor. Yine bayramlık elbiseler alınıyor, baklavalar yapılıyor, her ailede şeker ikram ediliyor. Komşu ilişkileri zayıflasa da akrabalarla ilişkiler bir şekilde devam ettiriliyor. Aslında milleti ayakta tutan değerlerin az da olsa devam eden bu gelenekler olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Burada aslolan yeni nesillerin ana-babalarından gördüğü bu gelenekleri ne derece benimseyip devam ettirecekleridir. Çünkü bunun bir okulu yok. Eğitim müfredatında üstünkörü verilen bu değerlerimizi daha kalıcı şekilde ve uygulamalı olarak çocuklarımıza aktarmamız lazım. Bu konuda ailelere özellikle de ailenin büyüklerine büyük görevler düşüyor.
Büyükşehirlerde artan tarihî mekân ziyaretlerini bu bakımdan önemli buluyorum. Bayram günlerinde mübarek isimleri ziyaret etmek, ailece duaya durmak, hep birlikte büyüklerimizin ellerini öpüp bayramlaşmak göründüğünün çok ötesinde izler taşıyor. Bizi biz yapan da işte bu alışkanlıklar, bu geleneklerdir. Bunları kaybettiğimiz her kertede millet olma vasfımızdan bir tuğla eksiliyor.
Bu yüzdendir ki yakın akrabalarımızdan başlayarak komşularımızla, mahalle halkıyla, cami cemaatiyle buluştuğumuz, geleneklerimizi yaşayarak çocuklarımıza aşıladığımız her bayram dirilişimizin nişanelerini de geleceğe taşıyacaktır. Çocuğunun elinden tutup bayram namazına giden, namaz sonrasında mezarlık ziyareti yapan, ailecek türbeleri ziyaret edip dua okuyan her ebeveyn birer diriliş eri olarak görevini hakkıyla yapıyor demektir. Bize düşen de bu diriliş ruhunu canlı tutmaktır.
Hayırlı bayramlar…