Aidiyet en büyük ihtiyaç… Takımı da o yüzden tutuyor insan, “Nerelisin” diye de o yüzden soruyor… Soyadları, memleketler, üyelikler, siyasi partiler, ideolojiler gibi onlarca irili ufaklı çareler buluyoruz kendimize. Limbik sistem denilen hepi topu üç santimetrekarelik bir beyin parçasında beliren aidiyet ihtiyacını doyurmak için telaş yapıyoruz. Şeytan da en çok bu limbik sistemde dolaşıyor; hatta hiç çıkmıyor oradan. Çünkü şeytanın hırs, intikam, gösteriş, kin, nefret, korku, zaaf ve kibir gibi yüzlerce oyuncakları da İşte limbik sistemin içinde. Bu limbik her gün meme isteyen bebek gibi “aidiyet” diye bağırıyor aklımızda. İlla bir aidiyet bulup susturacaksın onu yoksa mahveder.
Takım tutulur? Var mı aidiyetin? Olmaz mı… “Kocaman bir aileyiz, bu renklere aşığım, ayrıca kupaları, golleri, transferleri falan hepsini ezberliyorum. Ne işe yaracak bilmiyorum ama ezberliyorum işte. Bir gol oluyor havalara uçuyorum. Bazen iki göz iki çeşme ağladığım oluyor. Ama topa tekme atıp milyon dolar kazanan adamların arkasından ağlayıp, bağırıp çağırmak bir yere kadar. Atıştırmadık gibidir, aidiyet açlığını bastırır ama doyurmaz…”
Irkçılık ve mikrosu makrosu fark etmez milliyetçilik denilen telaşlarının hepsi bu aidiyet ihtiyacı yüzünden işte. Irk aidiyeti bedava bir aidiyettir üstelik. O ırkı kazanmak için emek vermezsin. Irkın senin yaptığın, kazandığın, tercih ettiğin, emek verdiğin bir şey değildir. Öyle doğmuşsundur. Irkını kaybetme ihtimalin yoktur ve muhafaza için de emek vermene gerek yoktur. Herkes yattığı yerden Türk olur, Türk yaşar ve Türk olarak ölür mesela… Ne güzel değil mi? Bedava, kazanmaya gerek yok, emek vermeye gerek yok hem de limbik sistem “aidiyet” diye ağladıkça ver mehteri rahatla…
Irkçılık şeytanın en ince tasarımlarının başında gelir. Bütün ırkçılar, ırkını övmekten daha çok ırkçılığını inkâr etmek için zaman harcarlar. Irka dayalı aidiyet sistemleri içine aldığı insanı, o insanların yaşadığı yerleri koca koca kavimleri devletleri tarumar eder. Her ırk kendine bir devlet ister. Sonra bu yetmez o ırkın içindeki büyük aşiretler birer devlet ister. Sonra bu yetmez aşiretlerin içindeki aileler kendine birer devlet ister. Bölünürsün, küçülürsün, küçülürsün sonra iki soluk benizli gelir elinden en başta şerefini alır, toprağını alır, dinini alır ve sen ırkın için savaşan kahraman olmak için çıktığın yolun sonunda rezil rüsva bir zelil olarak ölür gidersin… Hâlbuki bir fikirler bütününe ait hissetmek kendini, bir dünya hayaline ve sonra vatan tarifini de insan tarifini de ortak bir şuurdan yola çıkarak yapmak hiçbir şey olmasa bile kıyamete kadar kafan rahat olacak demek; çünkü İslam, yeryüzünde kıyamete kadar sabit kalacak tek hakikat. Devlet, bayrak, millet, insan, adalet, ticaret ve gelecek tariflerini İslam’dan yola çıkarak belirlemek… Burası karışık işte; emek ister, bedel ister, fedakârlık ister öyle ırkçılık gibi bedava değildir hakikate ait olmak…
Barzani mesela; bölüp parçaladıkları Irak’ı yeniden bölmeye karar vermiş. “Mecburum Amerika’ya” diyor utanarak savunuyor kendini. Irka dayalı aidiyet fikri tuzağına kapılmış debeleniyor yani… Hâlbuki Sam Amca seni o pazarlık yaptığın odada “Acil bir işim çıktı, ben seni ararım” yazılı bir not bırakarak terk eder. Sabah uyanınca, “Hani kahraman olacaktık? Self determinasyon, demiştin kendi kaderimizi tayin edecektik. Bağımsızlık demiştin. Hepsi mi yalandı” diye ağlarsın…
Şimdi Mesut Barzani gibi İslam’ı gayet iyi bilen samimi bir Müslüman’ı alsan karşına böyle tek tek anlatsan. “Yapma gözünü sevdiğim, birleşmek varken niye bölünüyorsunuz, büyümek varken niye küçülüyorsunuz, güçlenmek varken niye zayıflıyorsunuz” desen. Anlar mı seni?
“Bak adam geliyor, seni ufak ufak parçalara ayırıyor; görmüyor musun” desen.
Anlar mı seni?..