İslam her nerede yaşanıyorsa yaşansın, birlikte uyum içerisinde yaşamayı, insanlar arasında karşılıklı hak ve hukuka riayeti sürekli telkin eder.
Müslüman fert her nerede olursa olsun, her nerede bulunursa bulunsun, her nerede yaşamnı sürdürüyor olursa olsun İslam’ın emir ve yasaklarına toplumsal uyumu bozmayacak şekilde riayet etmekle yükümlüdür.
Haddizatında bu yükümlülükler, insanlar arası ilişkileri düzenleyici, toplumsal kaynaşmayı sağlayıcı görevlerdir.
İslam dışlayıcı, ötekileştirici ve tanımlayıcı bir dile sahip olmaktan öte; aksine yakınlaştıran, tanıştıran ve tanımlamayı değil tanımayı yeğleyen bir inanç sistemidir.
Bu sebeple insanlar arasındaki farklılıkların çatışmaya sebep kılınmasını değil, tanımaya ve tanışmaya vesile edilmesini vaaz eder.
Farklı etnik gruba sahip, farklı din ve dil mensuplarının yoğun bir şekilde bir arada yaşadığı ülkelerde bu tür özellikler birlikte uyum içerisinde yaşamayı kuvvetli kılar.
Bugün milyonlarca Müslüman Avrupa’nın farklı ülkelerinde farklı din, dil ve ırktan kimselerle, azınlık olarak aynı toplumda, yan yana, birlikte yaşamını sürdürüyor.
Bugün hâlihazırda Avrupa’nın farklı ülkelerinde 20 milyona yakın Müslüman yaşıyor. Bu nüfusun 4,5 milyon civarı Almanya’da bulunuyor.
Farklı olanların birlikte, uyum içerisinde yaşaması, farklı olanların birbirlerini dinlemesinden, birbirlerini anlamaya çalışmasından, birbirlerini tanımlama değil, tanımaya çalışmasından geçmektedir. Bu ise samimi bir şekilde yakınlaşmakla mümkündür. Aksi takdirde birbirlerini ötekileştiren ve istenmeyen unsur haline getiren kaotik süreçten kurtulmak güç olur.
Amerika’da İkiz Kuleler’e 11 Eylül tarihinde yapılan saldırı ile Batı’daki İslam ve Müslüman algısı olumsuz olarak ciddi oranda etkilendi. Bu olumsuz algı Batı’da yaşayan Müslümanların hayatlarını etkiledi.
Son yıllarda Avrupa’da aşırı sağ söylem, eylem ve eğilimler daha da arttı. Öyle ki, cami saldırıları, mültecilere yönelik saldırılar bu eğilimin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
İnsanların etnik kökenleri, dini tercihleri üzerinden çatışma ve kaos yaratmaya çalışan aşırı eğilimlerin hiçbirisine aklıselim sahipleri müsade etmemelidir.
Sorumluluk sahibi siyasetçiler, toplumu bilgilendirmek ve doğru yönlendirmekle sorumlu medya kuruluşları söylemlerine ve kullandıkları dile bu sebeple dikkat etmelidirler.
Siyasetçiler, aynı zamanda yöneticisi oldukları Müslümanlar’ın haklarını ve hukuklarını korumak, temsiliyetleri için gerekli mücadeleyi vermekle sorumludurlar.
İslam’ın Avrupa’ya ait olup olmadığı tartışmalarını bir tarafa bırakıp; 20 milyona yakın Müslümanın Avrupa’da yaşıyor olması gerçeğini görerek, toplumsal kaynaşmayı artırıcı tutum içerisinde olmak gerekir.
Suni tartışmalar, mevcut sorunları iyice içinden çıkılmaz hale getirmektedir.
Birlikte yaşamı güçlendiren, toplumsal ilişkileri zenginleştiren, azınlıkların kendilerini eşit bir şekilde temsil edebileceği platformlar oluşturulmalı, bu doğrultuda siyaset geliştirilmelidir.
Almanya’da İçişleri Bakanı başkanlığında yapılıyor olan İslam Konferansı’nda, yeni tartışmaların başlatıldığı, mevcut sorunların çözümüne katkı yapmayan, aksine sorunları daha da karmaşık hale getiren süreçlere girmekten kaçınılmalıdır.
Toplumsal uyum yeni tartışma konuları açmakla değil, mevcut sorunlara samimi ve çözüm odaklı yaklaşmakla daha da güç kazanacaktır.