Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarıyla kıta siyasetinde âdeta bir deprem yaşandı ve taşlar yerinden oynadı.
Hatta şunu da söyleyebiliriz, bu gördüklerimiz sadece bir fragman.
Batı siyasetinde esas kıyamet önümüzdeki 10 yılda kopacak, ABD dâhil olmak üzere birçok Avrupa ülkesi bu aşırı sağcı isimler tarafından yönetiliyor olacak.
Avrupa Parlamentosu seçimleri sonucunda aşırı sağcı, neonazi ve neofaşist partiler büyük bir başarı kazandılar.
Fransa’da, Avusturya’da, İtalya’da, Belçika’da, Hollanda’da aşırı sağcı partiler birinci çıktı.
Macron, Meclis’i feshettiğini açıkladı; Fransa erken seçime gidiyor. Belçika Başbakanı da istifa etti.
Türkiye’de bir kesim bu sonuçlara çok şaşırmış görünüyor ama Avrupa’yı yakından takip edenler açısından perşembenin gelişi çarşambadan zaten belliydi.
Zira Batı siyasetinde 11 Eylül sonrası inşa edilen İslam düşmanlığı bataklığından böyle siyasi akımların çıkması ve meşrulaşması kaçınılmazdı.
Türkiye’deki genel kanının aksine Batı siyasetinde ırkçılığın yükselmesinin nedeni göç, mülteciler ya da terör saldırıları değil.
Bütün bunlar; bize gösterilen sebepler, Müslüman öcüsü kitlelerin önüne atılmış durumda. Arka planda ise bambaşka bir oyun kurgulanmış vaziyette.
Zira Müslüman korkusu, göç, terörizm ve mülteciler üzerinden yeni otoriter bir Avrupa siyaseti inşa ediliyor.
Çünkü Avrupa’nın buna ihtiyacı var. Zira Avrupa’nın iktisadi olarak pastadan aldığı pay sürekli geriliyor. Çin gibi yeni rakipler Avrupa’yı zorluyor ve dünya doludizgin bir kaosa doğru gidiyor.
Böyle bir dünyada Avrupa gibi hantal bir kıtanın, liberal söylemler ve pratiklerle ayakta kalması zor; dolayısıyla Avrupa’nın otoriterleşmesi gerekiyordu.
İnşa edilen İslam korkusu, göç, mülteciler ve terör saldırılarıyla kitleler korkutularak bu otoriterleşme meşrulaştırılıyor. Olan biten bu.