Avrupa Parlamentosu seçimlerine bakılırsa Avrupa’da ırkçılık hortlamış görünüyor.

Hortladı çünkü yeni bir şey değil!

Avrupa’nın kökeninde / kodlarında olan sömürgeci, katliamcı ve bencil ruhun yansıması olarak vakıayı şimdilik “yabancı düşmanlığı” olarak telaffuz ediyoruz.

İnsan haklarındaki daralma, yabancılara yönelik fobik yaklaşımlar, nefret söylemleri; var olanın yüzeysel yansıması…

Avrupa’da hâlâ devam eden bir sistem var. Bu sistem kabilinde buz dağının bu kadarı gün yüzüne çıktı.

Pandemide tuvalet kâğıdı için birbirinin gırtlağına çöken ilkel bir karakter yapısı söz konusu. Gazze’de soykırımın içindeki mülteci kampının çadırına gittiğinizde bile hurma gibi bir şeyler ikram etmek için ısrarcı davranan insanların paylaşımcı reflekslerini beklemeyin Avrupa’dan. Yokluğun dibinde, soykırımın içinde ‘insan kalanlar’ ile ‘konforun sınırlanması ihtimaline’ karşın birbirine yan bakanların seviyesizliğini sakın aynı teraziye koymayın.

 

MEDYA VE SİYASET EL ELE IRKÇILIK POMPALADI

Göç yüzyılındayız.

Göçmenlerin sayısının artmasıyla birlikte “öteki”ne olan tahammül daha da azalacak.

Fotoğrafı yorumlarken seçimin ortaya koyduğu resmi doğuran nedenlere baktığımda sadece genetikten ve kolektif hafızadan bahsetmek zor.

Avrupa’da siyaset mekanizması ve konvansiyonel medya el ele yaptı tüm bu zorbalıkları.

Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki tabloyu bu kapsamda şaşırtıcı bulmuyorum.

Irkçılığın tohumlarını hep birlikte ektiler.

Ukrayna’dan mülteci alırken Avrupa TV kanallarına bağlanan muhabirler “kabul edilen mülteciler sarışın ve mavi gözlü” diyerek ötekileştirmenin dibine vurdu, Suriyelilerin ise sahillere vuran cesetlerini olayın en başında zaten zihinlere gömmüşlerdi.

Türkiye’nin AB üyeliği gündemde tartışılırken Türkiye’nin Müslüman halk profiline dikkati çeken siyasiler şimdi daha da zıvanadan çıkacak sanırım.

Konferansıma katılan bir genç kız, Almanya’da eczanede staj yapmak adına 99 adrese başvurduğunu ve başörtüsünden dolayı kabul edilmediğini söylemiş; 100. başvuruda kabul aldığını ve o eczacının da Türk olduğunu sözlerine eklemişti.

Diğer bir hanımefendi tüm sınavları geçmesine rağmen bir muhasebeci olarak başörtüsü nedeniyle memurluğa kabul almadığını aktardı.

Pazar günkü seçimin ardından Almanya’dan e-postama düşen ilk mesajı anaokulunda öğretmenlik yapan hanımefendi iletmiş. Müslüman-Türk öğretmen, okul yönetiminin kendisine “şartların değişmesi hâlinde” başını açıp açmayacağını sorduklarını yazmış.

Soru şu: Avrupa’da yaygın İslamofobi nedeniyle iş bulmakta zorlanan Müslüman kadınlar şimdi ne yapacak?

Başörtülü kız öğrenciler okulda ve gelecekteki çalışma hayatında hangi zorluklarla karşılaşacaklar?

Oruç tutan, namaz kılan Müslümanlara iş olanağı daha da mı sınırlandırılacak?

Avrupa’nın 28 Şubat’ında Müslümanlar nasıl pozisyon alacak; ülkelerine mi dönecekler, mücadele için kalacaklar mı? Kimlik mücadelesinde ısrarcı olacaklar mı?

Anlaşılan, Kur’an-ı Kerim yakma eylemleriyle toplumlarını dinamitleyen Avrupa giderek daha da kutuplaşacak.

Seçim sonuçları ile başlayan süreç insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü gibi değerlerin nasıl bir tehditle karşı karşıya olduğunu net bir şekilde gösteriyor.

Avrupa Birliği’nin masasında rekabet gücü, göç ve güvenlik meseleleri en önemli dosyalar olarak pekişti.

AB önümüzdeki süreçte ABD’nin yörüngesinde olmaya devam mı edecek, çok kutuplu dünyada kendi yörüngesini oluşturarak ağırlık merkezi olmaya mı gayret edecek?

 

TÜRKİYE’NİN UMURUNDA OLMAZ

Önümüzdeki süreçte Rusya tehdidi nedeniyle Türkiye ile iyi geçinme eğilimlerini geliştirirlerse kendi menfaatleri açısından daha iyi olacaktır; değilse yeni şartlarla birlikle Türkiye için inanın hiçbir değişim söz konusu değil.

Türkiye AB’den vazgeçmiş değil ama AB’ye alınmaması da Türkiye’yi üzecek bir durum değil.

Türkiye dünya çapındaki büyük oyunda ana aktörlerden biridir. Türkiye, özne rolüyle söz sahibi olan ender ülkelerden biri. İşte bu faktör, bizim ana gücümüzü oluşturmakta!

İnsan kaynağımız, savunma gücümüz, inancımız ve değerlerimizle yola devam.