Almanya’da Türk izleri – 7

Pazar sabahı Berlin’de Avengelist Kilisesi’nde ayin ve vaftiz çekmek üzere yola çıktık. Dışarıdan estetik ve şık görünümüyle dikkat çeken kilisenin içi, sade bir dekora sahip. Diğer kiliselerden farklı bir oturma düzeni var. Daire düzenli oturma sisteminde 50-60 kadar büyük çoğunluğu yaşlılardan oluşan cemaat papaz hanımı pür dikkat dinliyorlar. Kilisenin papazı 60’lı yaşlarda ciddi görünümlü bir hanımefendi. Kadın papaz sadece Protestan kiliselerinde olabiliyormuş. Hatta Katolik Papa’ya önümüzdeki yıllarda kadınların da papaz olup olamayacağını soran gazetecilere “Asla öyle bir şey olmayacak. Kurallar değişmeyecek” diye beyanda bulunmuş Papa Francis. Kadın papazın yönettiği ayın oldukça uzun sürüyor. İncil’den pasajlar okunuyor, ilahiler söyleniyor. Ayin bittikten sonra küçük bir çocuk için vaftiz töreni yapılıyor. Çocuk ve ailesi tören anını heyecanla bekliyorlar. Bir takım ritüellerden sonra çocuk ve ailesi büyük bir mutluk içerisinde kiliseden ayrılıyorlar.

Ayin sırasında koşturarak hizmet eden 40’lı yaşlarda bir bayan dikkatimi çekiyor. Papazın yardımcısı konumundaki bayan pür dikkat ayini takip ediyor ve görevini büyük bir aşkla yapıyor. Kilisede papaz yardımcısına Diyakoz deniyor. Diyakoz mu yoksa zangoç mu tam tarifini bilemediğim görevi titizlikle yapan hanımefendiye ayin sonrası selam verdim. Selamımızı aldıktan sonra kendisiyle tanıştık. Medya mensubu olduğumuzu ve de Türk olduğumuzu söyleyince kendisinin de tarihçi olduğunu ve Türklerle ilgili çalışma yaptığını anlattı. Bu kilisede bazen Müslümanlarında program yaptıklarını ifade etti. Hatta bazı şahısların ortada duran haçı kaldırmalarını bile teklif ettiklerini söyledi. Kendisi ile görüşmek üzere sözleştik.

Hanımefendi Uluslararası Göç Araştırmaları Merkezi’nin yöneticilerinden Almanya’da yaşayan Türklerle ilgili çok sayıda araştırması var. Merkezin kütüphanesinde çok sayıda Türkiye ve Türkler üzerine yazılmış kitaplar gördük.

BERGAMA MÜZESİ

Bergama Müzesi, 1930 yılında Berlin’in müzeler adasında açılan 5. Müzedir. Bu adada da dışarıdan bakınca Roma sütunlu çok sayıda bina görüyoruz. Bu müze Osmanlı’nın son döneminde Anadolu ve Mezopotamya’da yapılan kazılarda çıkarılan eserlerden oluşmuş. Bu müzede olduğu gibi Paris Louvre Müzesi’nde, Londra British Müzesi’nde Osmanlı topraklarından getirilen eserler olmasa buralarda müze açmak imkânsız olurdu. Bergama Müzesi Pergamon ismiyle doğrudan Anadolu’dan aldığı isimle anılıyor.

Müzeye girince geniş bir avlunun içinde koca antik kentin bütünüyle buraya taşındığını görüyoruz. Bu kadar büyük eseri buraya nasıl getirdiler hırsızlığın bu kadarına yuh diyorsunuz ancak eserin tamamı orijinal değil. Orijinal parçalarla tamamlanmış aslına uygun bir eser ortaya çıkmış. Avlunun duvarlarında onlarca resimle dönemini anlatan sahneler var. Bu sahneler adeta filmlerdeki story boardu ( resimli kısa hikâye) andırıyor. Sergilenen eserlerin büyük çoğunluğu Batı Anadolu’dan getirilmiş. Kütahya’dan getirilmiş bir camiinin mihrabı bütünüyle koruyor. Heyette beraber dolaştığımız Kütahyalı arkadaşıma ata yadigârlarını elin Alman’ına kaptır ve sonra da gel para ver ziyaret et olacak iş değil. Gerçekten bu tablolar karşısında insan hüzünleniyor.

Bir dönem Bergama Belediyesi bu eserlerin geri getirilmesi için bir kampanya açmış ancak sonuç yok. Avrupalılar Anadolu’nun tarihi birikimini çalarak kendilerine kültür vadileri oluşturmuşlar.

Müzeler bölgesinde Berlin Katedrali, Parlamento Binası, Yahudi Soykırım Anıtı da bulunuyor. Bütün bu eserlerin önünde büyük bir park var. Tekneyle kanal turu yaptık. Tarihi silueti görmek açısından tekne turu faydalı oldu. Turdan sonra parkta herkes gibi bizde oturarak yorgunluk attık.

Berlin Katedrali de görülmeye değer bir eser. Kubbelerdeki turkuaz renk olmasa tarihi eserlerin ana gövdelerinde ciddi kararma var ve binanın güzelliğini ortaya çıkaran detaylar yok oluyor. Katedralin içi oldukça görkemli ve süslü. Desenler, tablolar buraya bir ibadethaneden öte müze havası veriyor.

Tarihi parlamento binasının cam kubbesinden Berlin’i görme imkânı var ama vakit yetersizliği nedeniyle görme fırsatımız olmadı. Parlamentonun karşısında yüzlerce taş sütunlu bir alan Yahudi Soykırımı’nı hatırlatmak üzere yapılmış. Almanlar çok itiraz etmişler bu kadar büyük alana bu kadar büyük soykırım anıtı yapılmasını ancak başaramamışlar. Yahudiler Almanların bütün direnmelerine karşı bu projeyi gerçekleştirmişler. Burası çok sayıda dikdörtgen tarzında, lahit görünümlü taş bloklardan oluşuyor. Bu anıt faşizme karşı büyük bir anlam ifade ediyor. Fakat bugün İsrail’in Filistinlilere yaptıklarını görünce bir gün bu anıtın yanına İsrail faşizmini anlatan başka bir çalışma yapılır diye düşünüyorum.

BERLİN SOKAKLARI

Berlin sokaklarında dolaşırken meydanlarda garip görünümlü gruplarla karşılaşıyoruz. Saçları farklı şekillerde kesimli, renkli ve yırtık elbiseli, küpeli ve dövmeli gençler parklara çöreklenmiş durumda. Ellerinde bira şişeleri ve çeşitli enstrümanlar ürkütücü bir görüntü oluşturuyorlar.

Kaiser- Wilhelm Kilisesi 1895 yılında yapılmış 1943 yılında bombalanarak kulesi yarıya inmiş, Berlin’in sembolü bir eser. Bu kilisenin yanında modern cam bir bina kilise olarak hizmet veriyor. Kilisenin önünde bulunan hediyelik eşya satan dükkânların birinde Türkçe konuştuğumuzu duyan bayan bize sesleniyor ve uzun zamandır Berlin’de yaşadıklarını belirtiyor. Kilisenin yanında bulunan meydanda bir grup genç kendi aralarında, kendi dünyalarında ürkütücü tavırlarla eğleniyorlar. Bizim için ilginç görüntüler; biraz uzaktan çekim yapıyoruz. Hal ve tavırlar tuhaf… Toplumun geneli bu tür gruplara, gençlere nasıl bakıyor acaba? Görünen tablo, sanki yokmuş gibi davranıyorlar. Bir turizmci anneyle konuşuyoruz; oğlunun kız arkadaşının bir Türk olmasından endişeli olduğunu hissettim. Kilisenin karşısından şehir turu yapan otobüsler kalkıyor. Otobüslerin yanında bisiklet tarzında kabinli iki kişi taşıyan tur arabaları bulunuyor. Bu kabinli bisikletlerle bir şehir turu yapıyoruz. Berlin’i görmek açısından ilginç bir tecrübe oldu.

Berlin eski eşya pazarına da gittik. Evlerindeki eskimiş kullanılmayan eşyaları bu pazar yerinde satıyorlar. Ev eşyası adına aklınıza gelen her şey var. Pazar denince Kreuzberg’de Türk pazarı kurulduğunu hatırlatalım. Bizim Fatih’teki Çarşamba Pazarı’ndan biraz küçük; meyve sebze adına her şey bulunuyor.

KÖLN

Köln’e akşamüstü varıyoruz. Köln’ün meşhur akşam silueti Ren Nehri, Köln Katedrali ve Hohenzollern Köprüsü’nün grup vakti görüntülerini alma şansı yakalıyoruz. Aslında büyük kiliselerin uzaktan siluet görüntüleri düz görüntülerinden daha estetik oluyor. Yakından görünce kararmış taşlarla detayların kaybolduğu daha çok ortada hacmin kaldığı büyüklükler heybet veriyor. Çift çan kuleleriyle Köln Katedrali diğer kiliselerden farklı bir görünüm arz ediyor. Bu güzel manzara hepimizi mutlu ediyor. Köprüden geçtikten sonra katedral yakınlarında bir otelde kalıyoruz.

Katedralin önünde büyük bir meydan var. Meydanda Charlie Chaplin görünümlü bir adam heykel şeklinde dikiliyor. Önünde Charlie’nin şapkasını ters çevirmiş himmet bekliyor. Üç beş kuruş verirseniz adam akşam yolunu bulacak. Yani sizin anlayacağınız bir çeşit modern dilencilik. Başka bir köşede bir sokak sanatçısı enstrümanıyla tek başına orkestra havasında derin bir konser veriyor. Kiliseyi yoğun bir kalabalık ziyaret ediyor. Günde 20.000 kişinin ziyaret ettiğini söylediler. Bu sayı bana fazla geldi ama gene de ziyaretçi sayısı her gün böyle ise ciddi bir ziyaretçiden söz edebiliriz.

Köln Katedrali 1250’li yıllarda yapımına başlanmış yüz yıllarca bütçesizlik nedeniyle bitirilememiş ancak 1880 yılında ibadete açılmış. Kiliseye girince kubbeli, birbirine geçmeli derin bir koridordan geçerek ayin yapılan yere ulaşılıyor. Duvarlardaki renkli resimli vitraylı pencereler dikkat çekiyor.

Hohenzollern Köprüsü demir kubbeleriyle Ren Nehri’ne farklı bir anlam katıyor. Ren Nehri’nde çok sayıda yük taşıyan gemiler gördük. Çok geniş adeta bizim boğaz gibi görünümlü nehir Alman ekonomisine taşımacılık yönünden büyük değer katıyor. Almanlar katedrale dom diyorlar. Domun arka tarafında nehir kenarında çok sayıda kahve müşterilerine hizmet veriyor. Yine dom yakınlarında bizim İstiklal Caddesi gibi araç trafiğine kapalı bir cadde var. Burası ünlü markaların dükkânlarının olduğu bir yer.

Köln’de çok sayıda Türk yaşıyor. Katedralin karşı yakasında oldukça hareketi bir cadde de çok sayıda Türkçe tabelalı dükkân bulunuyor. Yaklaşık 1 milyon nüfuslu Köln’de 60.000 kadar Türk bulunmaktadır. Köln’de çok sayıda Türk dernekleri var, bunların büyük çoğunluğunu hemşehri dernekleri oluşturuyor.

Almanya’nın görülmeye değer daha çok kenti var. Bir kısmına günü birlik ziyaretlerim oldu, Münih, Heidelberg, Rothenburg gibi. Münih’te 5.000 Türk esirin çalıştırılarak açtığı su kanallarını gördüm. Bizde matbaa makineleriyle ünlü, derin bir vadide de ortaçağdan kalma yeşillikler içinde bir güzel kasaba Heidelberg… Rotenburg’da bir ortaçağ kasabası ve burada görülmeye daha doğrusu ibret almaya değer yer İşkence Müzesi. Aklınıza hayalinize gelmeyecek metotlarla insanları cezalandırıyorlarmış. O günlerden bu güne çok şey değişmiş Almanya’da ancak hala engizisyon zihniyeti taşıyan insanlar var.

Almanya’daki Türk tarihine dair yapılacak çok araştırma var. Bu görev orada yaşayan akademisyen, araştırmacı ve yazarların sorumluluğunda. 3 milyondan fazla insanımızın yaşadığı bu ülkede, 800 yıla varan tarihi ilişkileri de dikkate alarak daha dostça daha işbirliğine dayalı bir ilişki kurmanın mümkün olduğunu, olması gerektiğini düşünüyorum.

Önümüzdeki hafta sizleri Moğolistan bozkırlarına götüreceğim…