Susmak ne güzel, ne güzeldir susanlar. Ama anlıyorsun ki susmak mümkün bir hal değil. Belki de susmanın anahtarı ölümdür, bilmiyorum. Hem belki de onun için ölülere “hamuş” yani “suskun“ diyor eskiler.

Şimdi bilirim ki vaktin meşgalelerinden sıkkınsın sen de. Zira sen de bana benzersin. Belki de benzemek istemezsin hem ben öyle vehmediyorumdur belki. Kişi sevdiğiyle beraberdir ya bilmem sen en çok kimi seversin? Ben şimdilerde hep bunu düşünüyorum. “İnsan en çok sevdiğine benzermiş” diyorlar. Kime benziyorum diye zihnimle cenk ediyorum. Dilim başka bir şey söylüyor ya da söylemek istiyor, inanmıyorum. Kendi söylediklerim kulaklarıma sahte geliyor. Utanıyorum, dilimin gönlüme ve kulağıma ihanetine, utanıyorum. Anlıyorum ki dil bir beladır başımda. Ben konuşsam da benim istediklerimi konuşmuyorum. Tuhaf söylediklerim, biliyorum. Belki de bu yüzden yazmayı seviyorum zira dil denen illet yok arada. Yalnızca içimden geçeni daha dilime düşemeden kâğıda yazıyorum.

Biz ahir zaman çocuklarıyız kâri. Gündüz çok eskilerde kaldı da biz gece geçiyoruz bu dünya diyarından. Bilmeyiz gülün gerçekte nasıl koktuğunu, yapma çiçekler taşırız ellerimizde. Aşkı kitaplardan okuruz, suyu şişelerden içer, hayatı hep kestirme yaşarız. Ölen doğandan çok olsa da biz doğanları biliriz mesela, şiir yazmayız, ilhamımız kesiktir, gecelerimiz uykulara esirdir. Uzun uzun namaz kılamayız biz, zira zaman namazdan kıymetlidir bizim vaktimizde. Tebessümü tebessüm etmek için değil sadaka vermek ederiz, hiç ağlamayacak gibi güleriz bazen ve hiç gülmeyecek gibi ağlarız.

Biz ahir zaman çocuklarıyız. Dilimiz lâldir bizim, dudaklarımız ilinmiş, kulaklarımızdan kutlu sesler silinmiş ve mühürlenmiş gibi kalplerimiz. Bilmeyiz gülün ne renk olduğunu, resimlerde görürüz müstesna güzelleri, şiirlere âşık olur, şairleri bilmeyiz, sevemeyiz bir taş parçasını bir gönlü sever gibi, hayran oluruz maziye ama mazi nedir bilmeyiz. Biz eskiler gibi ölemeyiz mesela, zira ardımızda ne bırakacağız diye dertleniriz. Bu günü son gün diye düşünmeyiz biz, oysa ahir demdir, gelen gidendir, doğan ölendir diyemeyiz.

Kâri! İçimde bir yangın var. Adını koyamıyorum. Günün onca vesvesesinden kurtulamıyorum. Yakamıyorum kâğıtlara yazdıklarımı. Dudaklarımdan dökülen sözleri geri alamıyorum. Bilemiyorum dünün nasıl geçtiğini, bu günü hatırlamıyorum ve yarın, yarını unutamıyorum. Yok olan için çalışıyorum, olmayacak için gayret ediyorum; yarın için… “Ya yoksa!” diyemiyorum.

Biz ahir zaman çocuklarıyız kâri. Sükût dahi seslerle anlatılır bizim vaktimizde. Görmediğimize inanmayız biz, mezarlara gitmez, ışıkları söndürmez, bir mumun nasıl yandığını bilmeyiz biz. Biz ölmeden ölmüş olanlarız. Sakın ha bir tasavvufi hal sanma bu dediğimi. Biz ömrü yaşamak zannedenleriz; ömrü ölüm bilenler çok eskilerde kaldı. Biz sonra geldik dünyaya, meleklerden sonra, güllerden sonra, şiirlerden sonra ve korkarım ki insanlardan sonra geldik.

İçimdeki ateş kimden tevarüs bilmiyorum. Bir vakit zannediyorum ki eskilerde, çok eskilerde bütün iyiler yaşarken, her iyiyken, güzelken biri çıkmış da öldürmüş hepsini. Bir tek o kalmış. Sen farz et ki adı Kabil olsun ve biz onun soyundan gelmişiz. Hased etmeyenler, yalan söylemeyenler, şiir yazabilenler mesela, dua edebilenler ölmüş gitmiş de biz onları öldürenin neslinden gelmişiz. Anlatamıyorum kâri. Hatta anlatmaktan korkuyorum. Anlaşılmaktan korkuyorum. Sadece bir şey biliyorum; ahir zaman çocuklarıyız biz, bütün iyiler öldükten sonra gelen dünyaya…