İsrail’in Gazze’de işlediği soykırım suçları nedeniyle Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılandığı, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant’ın da yine Gazze’de işledikleri savaş suçları ve insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı hatta Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama talep edildiği bir dönemde; Netanyahu’nun ABD Kongresi’ne onur konuğu olarak davet edilip üstüne üstlük Kongre üyelerince dakikalarca ayakta alkışlanması üzerine Türkiye, bu garabete bir karşılık vermek istemişti. 

Bu kapsamda Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Heniyye Türkiye’ye davet edilmiş ve kendilerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde birer konuşma yapması talep edilmişti. Böylelikle dünyaya Gazze’deki durumun Netanyahu’nun ABD Kongresi’nden söylediği yalanlardaki gibi olmadığı gösterilecekti. 

Ancak Mahmud Abbas davete hemen bir karşılık vermemiş ve bu arada davete icabet edeceği söylenen İsmail Heniyye ise İsrail’in Tahran’da gerçekleştirdiği alçakça suikastta şehit olmuştu. 

Nihayetinde Abbas’ın 14 Ağustos’ta Türkiye’ye geleceği ve 15 Ağustos’ta da TBMM’de bir konuşma yapacağı açıklandı. 

Açıkçası Şehit İsmail Heniyye’nin cenaze merasimine bile katılmayan Abbas’ın, bu saatten sonra Türkiye’ye gelse bile yapacağı konuşmanın; Filistin davasına hizmet etmeyen, Filistinlilerin birliğinden ve beraberliğinden dem vurmayan ve işgalci/soykırımcı İsrail ile onun arkasındaki ABD’yi eleştirmeyen bir içerikte olacağı beklentisi oluşmuştu. 

Bunda Abbas’ın son dönemde sergilediği performansın da büyük etkisi olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira 7 Ekim’den sonra Gazze’nin yıkılmasına sırf Hamas’ın ortadan kaldırılmasına vesile olduğu için ses çıkarmayan, Batı Şeria’daki Filistinlilerin İsrail’e karşı direnmemesi için yoğun tedbirler alan ve Gazze bombalanıp binlerce Filistinli vahşice katledilirken “Ben buraya ABD’nin dışişleri bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak geldim.” diyebilen Blinken ile görüşürken espri yapabilen Abbas’ın, TBMM’deki konuşmasında pek suya sabuna dokunması beklenmiyordu. 

Fakat Abbas daha konuşmasına başlar başlamaz hepimiz yanıldığımızı anladık. Zira Abbas, hepimize ters köşe yaparak tam da bir Filistin Devlet Başkanı’ndan beklenildiği gibi gayet sert ama tüm Filistinlileri kucaklayan bir konuşma yaptı. 

Abbas 46 dakikalık konuşmasında, İsrail ve ABD’yi sert şekilde eleştirirken tüm İslam âlemine de mesajlar vermiştir. Türkiye’ye Filistin davasına ve Gazze’ye verdiği destek sebebiyle şükranlarını iletirken diğer Müslüman ülkelere de Kudüs ve Mescid-i Aksa konusundaki sorumluluklarını hatırlatmış ve onların da Filistinlilerin yanında olmalarını istemiştir.

Abbas bu konuşmayı inanarak mı yaptı yoksa ev sahibi Türkiye’nin Filistin davasına verdiği desteğe istinaden kendisinden duyulmak istenenleri mi söyledi, bilemeyiz. Ancak konuşmasında sarf ettiği bazı sözlerin takipçisi olacağımız kesin. Keza Abbas’tan bu nevi sözleri şimdiye kadar duymadığımız gibi bundan sonra da duyar mıyız, emin değiliz.

Peki, neydi bu iddialı sözler?

Abbas, “Gazze, Filistin devletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Gazze’de başka bir devlet kurulamaz, Gazzesiz bir Filistin devleti olmaz.” dedikten sonra Gazze’ye gitme kararı aldığını söylemiş ve ardından da tıpkı Heniyye’nin daha önce sarf ettiği gibi “Benim hayatım Gazze’deki bir çocuğun hayatından daha değerli değildir.” ifadelerini kullanmış ve “Ya zafer ya şehadet” diyerek gerekirse bu uğurda şehit olma arzusunu ortaya koymuştur. 

Sonrasında ise Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nın neden tüm Müslümanlar için kutsal olduğundan bahsetmiş ve “Kudüs sizin ve bizim kırmızı çizgimizdir.”, “Halkımız bize bırakılan emanete asla ihanet etmeyecek, verilecek bir çakıl taşımız veya bir karış toprağımız bile yoktur.” şeklinde konuştuktan sonra “Gazze’den sonra da ebedi başkentimiz Kudüs’e gideceğim” diyerek mevcut koşullarda yerine getirilmesi çok zor olan iki görev için kendisini bağlamıştır. 

Aslında Gazze de Kudüs ve Batı Şeria ile birlikte Filistin devletinin topraklarıdır. Ancak İsrail 1967’den beri bu toprakları işgal altında tutmakta ve o vakitten beri hayata geçirdiği işgal politikalarıyla buraları peyderpey ilhak etmeye çalışmaktadır.

İsrail her ne kadar 2005 yılında tek taraflı olarak Gazze’den çekilse de 2007’den beri fiilî olarak abluka uygulamaktaydı ve 7 Ekim’den beri de bölgeyi yoğun saldırı altında tutmaktadır. Gazze’nin dünyaya açılan tek kapısı olan Refah’ı da mayıs ayında işgal etmiş ve sınır kapısını yıkarak geçişleri kapatmıştı. 

Bu şartlar altında Abbas’ın Gazze’ye nereden ve nasıl gireceği şimdilik belli değildir. İsrail’in de devam eden çatışmaları gerekçe göstererek Abbas’ın Gazze’ye girmesine güvenlik (!) nedeniyle izin vermeyeceği tahmin edilmektedir. 

Benzer şekilde Abbas’ın Batı Şeria’dan Kudüs’e geçerek Mescid-i Aksa’ya girebilmesi de her ne kadar Mescid-i Aksa’nın idaresi İsrail ile Ürdün arasındaki 1994 Wadi Araba Anlaşması gereği Ürdün Krallığı Evkaf Bakanlığı’nda olsa bile, maalesef ki İsrail’in iznine bağlıdır. 

Dolayısıyla Abbas’ın hem Gazze’ye hem de Kudüs’e gideceğine dair sözlerini yerine getirmesi şu an için pek mümkün gözükmemektedir. 

Ancak İsrail’in genel olarak Filistin topraklarında sürdürdüğü işgali ve özel olarak Gazze’deki saldırılarını durdurmak, Filistin’in egemen bir devlet olduğunu tüm dünyaya kanıtlamak için Abbas’ın her iki yere de gitmesi elzemdir. 

Abbas, sözünün arkasında durup Gazze’ye girmek için sınıra dayandığında muhtemelen İsrail’in engellemesiyle karşılaşacak, belki de İsrail askerlerinin saldırısına maruz kalacaktır. 

Aynı şekilde Mescid-i Aksa’ya girmek istediğinde de engellerle karşılaşacak veya bu bölgeye hiç sokulmayacaktır. 

Fakat bu saatten sonra ne olursa olsun Abbas’ın oraya gitmesi ve Filistin’in topraklarına sahip çıkması gerekmektedir. Tam da sözlerinde ifade ettiği gibi, “ ya zafer ya şehadet” geriye başka bir alternatif kalmamıştır. 

Bakalım işgalci ve soykırımcı İsrail tüm dünyanın gözünün önünde Filistin Devlet Başkanı’na saldırmaya veya hayatına kastetmeye cesaret edebilecek mi? 

Gerçi İsrail zamanında Arafat’a da benzer bir muamele yapmıştı ama artık o köprünün altından çok sular aktı. Arkasında soykırım destekçisi ve suç ortağı olan ABD hâlâ duruyor olsa bile; İsrail’in Abbas’a yönelik herhangi bir fiilî tecavüzü, uluslararası mahkemelerde devam eden davalarda aleyhinde delil olarak kullanılacak ve tüm dünyada devam eden Filistin yanlısı-İsrail karşıtı protestoların artmasına hatta muhtemel bir küresel şiddet sarmalına girilmesine sebep olabilecektir.

Şimdi hepimizin gözü, kulağı Abbas’ın ne zaman Gazze’ye ve Kudüs’e gideceğine dair haberde. Kendisinin işi çok zor. Allah yardımcısı olsun.  

Ama liderlik tam da böyle zor kararları gerektirmez mi zaten? 

Günü geldiğinde bu zor kararları veremeyeceksen, ülken ve halkın için kendini feda etmeyeceksen o koltuğu işgal etmeyeceksin. 

Hele de karşında İsrail gibi hukuksuz, vahşi, işgalci ve soykırımcı bir terör devleti varsa asla taviz vermeyecek, bir adım bile geri atmayacaksın. Eğer en ufak tereddüt gösterirsen bil ki İsrail o boşluğu kullanıp seni ortadan kaldırmak için elinden geleni yapacaktır. 

Sonuç olarak, Abbas TBMM’de yaptığı konuşmada kendisine zor ve meşakkatli bir hedef koymuştur. 

Lakin buradan da dönüş yoktur.