Suriye’de 8 Aralık’ta Esed rejiminin yıkılmasından beri baş döndürücü gelişmeler yaşanıyor. Zira HTŞ ile Türkiye’nin desteklediği Suriye Millî Ordusu (SMO), Suriye’de yeni bir nizam kurmaya çalışıyorlar.

SMO, uluslararası tanınırlığı olan meşru bir aktör ama HTŞ, örgütün kuruluş felsefesindeki Selefi bağlantı ve sonrasında isim değişikliği yapmış olsa da silemediği radikal geçmiş nedeniyle pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul ediliyor.

Hatta bu yüzden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı gereği yürütülen müzakerelerde de muhatap olarak kabul edilmemişti.

Ancak geldiğimiz noktada HTŞ hem SMO hem de muhaliflerin içerisinde yer alan diğer tüm unsurlarla birlikte Suriye’nin defakto yöneticisi durumunda.

Hem de öyle Esed gibi Suriye halkına rağmen yönetmiyorlar ele geçirdikleri şehirleri. Aksine halkla beraber, onlarla iç içe ve omuz omuza bir yönetim modeli uyguluyorlar. Bunun ilk örneğini de Halep’te gördük zaten.

HTŞ’nin lideri Muhammed el-Cevlani takma adlı Ahmed Hüseyin eş-Şera’nın, Halep’in alınmasından sonra Halep Kalesi’ne gelerek şükür namazı kıldığını ve ardından da Halep halkının sevgi gösterisiyle karşılandığını ekranlardan takip etmiştik.

Bunun hemen ardından da askerî olarak şehrin kontrolünü sağlayıp vakit geçirmeksizin askerleri şehrin dışına çıkardılar. Şehrin güvenliğini kurulan polis gücüne teslim ederken; yönetimini de şehirdeki Hristiyan kilisesinin papazına emanet edip sivilleştirdiler. 

Daha ülkenin tamamı kontrol altına alınmamışken; hatta Şam’a ulaşılıp ulaşılamayacağı dahi belli değilken böyle cesur adımlar atmak hem bir iddia hem de hazırlık ve tecrübe gerektirir hâliyle.

Dolayısıyla Suriye’nin bu kadar çabuk toparlanıyor olmasındaki ana sebebi anlamak için biraz İdlib’e bakmak gerekir.   

HTŞ’nin 2020’den beri Türkiye ile Rusya arasında oluşturulan gerilimi azaltma bölgeleri protokolü kapsamında İdlib’de bulunduğunu ve kurduğu yönetim modeli ile burayı bir şekilde yönettiğini biliyorduk. Hatta kurulan yönetimin şehrin alt ve üstyapısını çalışır hâlde tutarken burada yaşayan yaklaşık dört milyon insanın ihtiyaçlarını Suriye’nin diğer bölgelerinden daha iyi bir şekilde karşıladıkları haberlerini de takip ediyorduk.

Ama bunca gayretin, sadece İdlib’i değil tüm Suriye’yi yönetmeye yönelik bir hazırlık olduğunun farkında değildik.

Neyse ki 8 Aralık’ta bunu da öğrenmiş olduk.

Zira dünün muhalifleri, bugünün devrim güçleri Şam’a girdiklerinde hiç kaos yaşanmadı. 53 yıllık Esed iktidarının geride bıraktığı korkunç manzaraya rağmen; ne herhangi bir rejim unsurlarına yönelik linç hadisesine ne de herhangi bir yağma görüntüsüne rastlamadık.

Zaten kısa bir süre için de İdlib’deki yönetimin de başında olan Muhammed el-Beşir, geçici başbakan olarak atandı ve kabinesiyle birlikte göreve başladı.

Hatta bazı yorumcuların, “Hadi İdlib’i yönettiniz… Bakalım Şam’ı yönetebilecek misiniz? İnsanlara ekmek, aş verebilecek misiniz?” şeklindeki insafsız sözlerine inat daha ilk günden Şam’daki fırınlar çalışıp ekmek çıkardı. Yani kimse aç kalmadı. 

Yollar açıldı, sokaklar temizlendi, internet ve GSM şebekeleri yeniden çalışmaya başladı ve pazartesi günü okullar kısa bir aranın ardından tekrar açıldı.

Peki, bu ne demek?

Suriye’de hayat normale dönüyor; dönmeli de zaten.

İç savaşın başladığı 2011’den bugüne, büyük acılar yaşayan Suriye halkı için artık kötü günler geride kaldı.

Muhtemelen bundan sonra 8 Aralık Suriye’de millî bayram olarak kutlanacak. Ne kadar sevinseler, ne kadar şükretseler azdır. Bunun keyfini çıkarsınlar.

Yaklaşık 13 yıl önce, Esed’in zulmünden kaçarak başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkeye gidip mülteci olarak yaşamak zorunda kaldılar.

Binlercesi ise çıktıkları yolculukları dahi tamamlayamadan denizde boğulup can verdi.

Minicik, cansız bedenini kumsalda görüp günlerce ağladığımız Aylan bebek onlardan sadece birisiydi.

Neredeyse 13 yıl boyunca her gün Akdeniz’de, Ege’de onlarca-yüzlerce Suriyeli kadın ve çocuk yeni bir hayata kavuşmak için çıktıkları yolda can verirken sarayında keyif çatan Esed ise bugün artık bir mülteci. Takdir-i ilahi midir bilinmez ama milyonlarca insanını mülteci durumuna sokan Esed, yüklüce bir parayla Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı. 

Esed bugün kaçmış olabilir ama işlediği suçların hesabını vermekten asla kurtulamayacak. Hatta yeni yönetiminin yapacağı ilk icraatlardan birinin, Esed’in Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanıp gerekli cezayı alması için başvuru yapmak olması gerektiğini düşüyorum. Umarım onlar da bu konuda gerekli hazırlıkları yapıyorlardır. 

Biz tekrar Suriye devletinin yeniden yapılanmasına dönelim.

Malum, HTŞ terör örgütü olarak kabul ediliyor ve HTŞ lideri Cevlani’nin de başına konulmuş bir ödül var. Dolayısıyla HTŞ’nin en kısa süre içerinde kendisini lağvetmesi ve kadrolarının siyasallaşarak yeni Suriye’nin inşasında meşru bir aktör olarak yer alması gerekiyor.

Benzer bir şekilde Cevlani’nin de başına ödül koyanlarla müzakere edip bu yaftadan kurtulması ve artık yeniden Ahmed Hüseyin eş-Şera olması gerekmekte.

ABD tarafının yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla bu konuda kapılar kapalı değil. Bakalım önümüzdeki günlerde bu konuda ne gibi gelişmeler olacak?

Şimdi, gelelim Türkiye’nin bu süreçteki rolüne.

Türkiye, Suriye’deki gelişmeler konusunda en net aktör durumunda.

Baştan beri Suriye’nin toprak bütünlüğünü desteklemekten hiç vazgeçmedi. Esed ile o dönem muhalif olan bugünkü devrim güçlerinin arasının düzeltilmesi için büyük çaba sarf etti.

Esed’e defalarca normalleşme çağrısı yapıldı ama Esed, her defasında arkasındaki güçlere güvenerek topu taca attı.

Normalleşme çağrılarını Türkiye’nin acziyeti olarak okudu ve sınırlarını korumak için Suriye’de bulunmak zorunda kalan Türk askerinin çekilmesini ön koşul olarak ileri sürdü.

Ve geldiğimiz noktada, Suriye’de tarihe geçecek bir devrim yaşandı. Devrim güçlerinin 27 Kasım sabahı başlattığı operasyona karşı o çok güvendiği ülkelerin desteğinden mahrum kalan Esed, bir hafta gibi kısa bir sürede mağlup olarak ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

Türkiye ise hâlâ aynı pozisyonunda.

Nedir Türkiye’nin şiarı?

“Suriye, Suriyelilerindir. Ne DEAŞ’ın ne de YPG/PKK terör örgütünün yeni Suriye’de yeri yoktur.” Açık ve net!

Türkiye’nin kardeş Suriye halkına şimdiye kadar verdiği destek bundan sonra da devam edecektir. Bu destek, siyasi ve ekonomik olabileceği gibi; DEAŞ ve YPG/PKK terör örgütleriyle Suriye’deki geçiş dönemini fırsat bilip kısmi de olsa toprak işgaline yeltenen diğer aktörleri de caydırmaya yönelik askerî bir destek olabilir. Bunun şeklini ve çapını sahadaki gelişmeler belirleyecektir. Ama Türkiye’nin artık Suriye’den kaynaklı tehditlere tahammül edecek sabrı kalmamıştır. Dolayısıyla herkesin aklını başına devşirmesi gerekmektedir.

Türkiye, Suriye’nin yeniden yapılanmasında başat bir rol üstlenmeye niyetli olduğunu, MİT Başkanı’nı Şam’a göndererek ve hemen akabinde Şam Büyükelçiliğimizde şanlı bayrağımızı göndere çekip elçiliğimizi aktif hâle getirerek göstermiş oldu.

Suriye’de tarih yeniden yazılıyor ve Türkiye de şimdiye kadar olduğu gibi Suriye halkına destek vererek tarihin doğru tarafında yer almaya çalışıyor.

Umarız ki yolu Suriye’den geçen veya Suriye ile ilgili planı olan herkes tarihin doğru tarafında yerini alır.  

Haydar Oruç

16 Aralık 2024, Gölcük