Suriye’de 27 Kasım’dan 8 Aralık’a kadar geçen 12 günde yaşanan baş döndürücü gelişmeler sonucunda 61 yıllık Baas rejimi ve 53 yıllık Esed diktatörlüğü sona ermiştir.

Böylelikle Arap Baharı süreci sonrasında Dera’da başlayan rejim karşıtı ayaklanmalar, 13 yıllık bir gecikme ile amacına ulaşmış oldu.

Ancak bu süreç hiç kolay olmamıştır.

Zira 2011 yılında iç savaşın başlamasından sonra rejim muhalifleri, 2014 yılına kadar görece başarı elde edip ülkenin kuzeyinde alan hâkimiyeti sağlamış olsalar da Esed rejiminin zora girdiğini gören İran’ın topa girmesiyle Esed bir nebze de olsa rahatlamış ve muhalifleri dengelemeye başlamıştır.

Ancak 2014 yılında bölgede DEAŞ terör örgütünün ortaya çıkmasıyla Suriye sahasında yeni bir durum oluşmuş ve muhalifler bir taraftan rejim ve destekçileriyle mücadele ederken diğer taraftan da DEAŞ’ın saldırılarına maruz kalarak ellerindeki alanları korumakta zorlanmaya başlamışlardır. DEAŞ’ın saldırıları büyük göç hareketlerine de yol açmış ve özellikle muhaliflerin bulunduğu bölgelerdeki halkın büyük bir kısmı başta Türkiye olmak üzere komşu ülkelere ve imkânı olanlar da değişik vasıtalarla Avrupa’ya gitmiştir. 

İran’ın Suriye sahasına sürdüğü Şii milislere ve Lübnan Hizbullahı’na rağmen muhaliflere karşı önemli bir başarı elde edememesi üzerine 2015 sonunda Rusya da savaşa müdahil olmuş ve bu saatten sonra da aslında 2011’den itibaren siyasi bir mevta olan Esed’e hayat öpücüğü vererek ömrünü bugüne kadar uzatmıştır.

Rusya’nın bölgeye gelmesinden sonra denklem muhalifler aleyhine değişmeye başlamış ve 2016 yılında Halep’in de düşmesiyle muhalifler; kuzeyde İdlib’e ve Türkiye’nin PKK/YPG ve DEAŞ terör örgütüne yönelik gerçekleştirmiş olduğu operasyonlardan sonra oluşturduğu güvenli bölgelere sığınmışlardır.

Türkiye muhaliflerin yaşadığı durumun vahametini görerek bir taraftan kendi oluşturduğu güvenli bölgelerdeki güvenlik tehditlerini ortadan kaldırmak, diğer taraftan da ülkeye daha fazla mülteci akını olmasını önlemek için inisiyatif alarak Rusya ve İran ile Astana sürecini başlatmıştır.

Bu kapsamda başta İdlib, Hama ve Humus gibi şehirlerde gerilimi azaltma bölgeleri ihdas edilmiştir. İdlib’te oluşturulan gerilimi azaltma bölgesinin etrafına gözetleme kuleleri dikilerek Türk askeri konuşlandırılmış ve bu sayede İdlib ve çevresi Suriye muhalefetinin yeniden yeşermesine yataklık etmiştir.

Aradan geçen süre içerisinde İdlib’te Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğinde defakto bir yönetim oluşturulurken güvenli bölgelerde de önceleri Özgür Suriye Ordusu olarak isimlendirilen; daha sonra Suriye Millî Ordusu (SMO) olarak ismini değiştiren muhalif yapı Türkiye tarafından eğitilip donatılmaya başlanmıştır.

Fırat’ın batısında bunlar yaşanırken ABD liderliğindeki uluslararası koalisyon DEAŞ’ı ortadan kaldırmak için YPG/PKK ile müttefiklik ilişkisi geliştirmiş ve DEAŞ’tan alınan yerler YPG/PKK terör örgütüne teslim edilerek YPG/PKK Suriye’nin neredeyse dörtte birini kontrol eder hâle getirilmiştir.

Bu gelişmeler Suriye’nin; rejim, muhalifler ve YPG/PKK arasında defakto olarak üçe bölündüğü bir gerçekliği ortaya çıkarmıştır.

Bu durumdan rahatsız olmayan Esed rejimi, Fırat’ın doğusunda bulunan ABD destekli YPG/PKK’ya ses çıkaramazken Astana ve Soçi süreçlerinde garanti altına alınmış olmasına rağmen özellikle İdlib bölgesindeki muhalefeti ortadan kaldırmak için Rusya’nın hava gücünü kullanarak mütemadiyen saldırılar yapmıştır.

Fakat Esed rejimini kerhen de olsa ayakta tutan Rusya ve İran’ın Suriye’ye desteklerini gözden geçirmelerini ve hatta geri çekmelerini gerektiren iki büyük olay, Esed için sonun başlangıcı olmuştur.

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna işgali ve Hamas’ın 7 Ekim 2023’te gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısı sonrası İsrail’in İran ve bölgedeki vekillerine yönelik başlatmış olduğu saldırılar, dolaylı olarak da olsa Suriye sahasına yansımıştır. Zira hem Rusya hem de İran kendi güvenlikleri için Suriye’ye sağladıkları desteği azaltmak zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla HTŞ ve SMO’nun rejimi devirmek için Saldırganlığın Caydırılması Operasyonu’nu başlattıkları 27 Kasım 2024 tarihinde, İran ve Rusya’nın Suriye sahasındaki güçlerinin minimum noktada olduğu anlaşılmıştır.

Bu durum muhaliflere büyük avantaj sağlamış olup eskiye göre Hizbullah ve diğer Şii milislerin insan gücünden ve Rusya’nın hava desteğinden yoksun olan rejim ordusu, HTŞ’nin ilerleyişi karşısında çok kısa bir süre içerisinde İdlib kırsalı ve Halep çevresindeki kontrolünü kaybetmiş ve Hama’ya doğru çekilmek zorunda kalmıştır.

SMO da eş zamanlı olarak Özgürlük Şafağı operasyonunu başlatarak Tel Rıfat’a girmiş ve kısa sürede YPG/PKK terör örgütünün buradaki varlığına son vermiştir.

Böylelikle SMO’nun bazı unsurları tarafından desteklenen HTŞ liderliğindeki muhalif güçler Halep ve Hama hattından Humus ve Şam’a ilerlerken, SMO’nun ana gövdesi de Tel Rıfat’tan sonra Mümbiç’e doğru yönelerek Fırat’ın batısındaki YPG/PKK varlığını tamamen sonlandırmak için hazırlanmaya başlamıştır.

Muhalifler kuzeyden güneye hızla ilerlerken, güneyde bulunan Dera, Suveyda ve Kunetra’da bulunan muhalif gruplar da ayaklanarak Şam’a doğru yürümeye başlamışlardır.

Nihayetinde kuzeyden gelen güçler Hama ve Humus’u birer gün arayla geçmiş ve 8 Aralık sabahı erken saatlerde Şam’a girerek güneyden gelen diğer muhalif güçlerle birleşerek şehirdeki kritik noktaları ele geçirmişlerdir.

Suriye’nin başkenti, kalbi ve en büyük şehri olan Şam, rejim askerlerinin de fazla bir direniş göstermemeleri sebebiyle yoğun bir çatışma olmadan muhalifler tarafından ele geçirilmiş ve muhalifleri temsilen bir grup, devlet televizyonuna çıkarak Esed rejiminin sona erdiğini açıklamışlardır.

Böylelikle 53 yıllık Esed rejimi sona ererken muhalif güçlerin öncülüğünde; terör örgütlerinden temizlenmiş, toprak bütünlüğü sağlanmış ve daha demokratik, katılımcı ve kapsayıcı özgür bir Suriye’nin yeniden inşasının yolu açılmıştır.

Esed rejimini deviren güçlerin önünde şimdiye kadarkinden daha zor bir süreç bulunmaktadır. Zira bir taraftan ele geçirilen şehirlerin güvenliğinin sağlanması gerekirken diğer taraftan buralarda yaşayan halkın iaşe ve ibatesinin sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla sadece rejimi yenmiş olmak yeterli gelmeyecek, rejimin göz ardı ettiği alt ve üst yapı hizmetlerinin de sağlanması gerekecektir.

Bu zorluklara HTŞ’nin pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmesi de eklenince Suriye halkının bir süre daha hak ettiği yaşam standardına ulaşamayacağı anlaşılmaktadır.

Tüm bu zorluklara rağmen, en az 13 yıldır devam eden iç savaş sürecinde büyük bedeller ödeyen ve paramparça edilen Suriye halkının artık birlik ve beraberlik ile barış ve istikrara kavuşma zamanı gelmiştir.

Bu süreçte Suriye halkının en büyük destekçisi ise şimdiye kadar olduğu gibi yine Türkiye olacaktır. Zira Suriye’nin istikrara kavuşması Türkiye’nin güvenliği için büyük önem arz etmektedir.

Türkiye, bir taraftan Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması için sahaya ağırlığını koyarken diğer taraftan da 10 yılı aşkın bir süredir misafir edilen Suriyeli mültecilerin geri dönüşü için uygun şartların oluşturulmasına gayret etmektedir.

Görülen o ki Esed rejiminin devrilmesi, çeşitli sebeplerle yerlerinden edilmiş olan Suriyelilerin evlerine geri dönüşünü hızlandıracak ve vatanlarına dönen Suriye halkı da çok çalışarak kısa bir süre içerisinde uluslararası arenada hak ettiği yeri alacaktır.

Velhasıl halkına zulmeden ve ülkeyi parçalanmanın eşiğine getiren Esed hızla düşerken şimdiye kadar büyük bedeller ödemiş mazlum Suriye halkı ise süratle yükselecektir.