Deprem acıları bize geçmişte yaşadığımız sıkıntıları da unutturdu. Aslında millet olarak tarih boyunca o kadar çok acı çekmişiz ki çoğunlukla unutmayı tercih ederiz. Bunu hafızamızın zayıflığına yoranlar olduğu gibi büyük başın büyük derdi olur yaklaşımıyla değerlendirenler de vardır. Bence burada eleştireceğimiz boyut, yaşadıklarımızı farklı yönleriyle yeterince kayıtlara geçiremediğimizdir.
Bundan 27 yıl önce milletin seçtiklerine askerî ve sivil bürokratlar eliyle darbe yapıldı. O zamanın medya organları ve sivil toplum örgütleri, diğer adıyla “post modern” darbeye alkış tuttular. Bunu yapanların büyük çoğunluğu, bu darbe sayesinde “gericilikten” kurtulacak “çağdaş” bir ülkede yaşama hayali kuruyorlardı. Çağdaş diye tanımladıkları ülkenin ne olduğuna dair de bir fikirleri ve projeleri yoktu aslında. Ama yine de “irticayı” önlemeleri gerekiyordu. İrticayı önleme fikri onlara yabancı bostanlarda yedikleri zehirli otların eseriydi. Çünkü onlar ya komünizm ya da kapitalizm tarlasından beslenmişlerdi. Bu zehirli düşünceleriyle topluma ağır bedeller ödettiler. Ancak biliyoruz ki bunları yapmaları gerektiğini kulaklarına fısıldayan merkezler vardı.
28 Şubat darbecileri yavaş yavaş ellerini, eteklerini bu dünyadan çekiyorlar. O dönemin kudretli generallerinden sonra o dönemin kudretli savcıları Vural Savaş ile Sabih Kanadoğlu 13 gün arayla peşi sıra son nefeslerini verdiler. Gecikmeli de olsa kısmen adalet tecelli etse de bir kısım darbecilerle hesaplaşmak öte dünyaya kaldı. Bin yıl süreceği söylenen darbe süreci birkaç yılda tarihin çöplüğünde yerini aldı. Millet yakaladığı ilk fırsatta darbecilerin defterini sandıkta dürdü.
28 Şubat Darbesi nedense çok fazla akademik çalışmalara, kültür sanat etkinliklerine konu olmadı. Dönemi anlatan iyi bir roman yazılamadı, film yapılamadı. Az sayıda belgesel ve hatıra kitabıyla sınırlı kaldı. O dönem sıkıntılara doğrudan düçar olanlar yıl dönümlerinde o meşum günleri hatırlıyorlar, o kadar.
Siyaseten ilginç zamanlardan geçiyoruz. 28 Şubat Darbesi’nin en önemli hedefi de yine şubat ayında, 27 Şubat 2011’de Hakk’ın rahmetine kavuşan Başbakan Necmettin Erbakan’dı. Erbakan’ı bu ülkede var olan tarihî birikim, dinî ve manevî değerlerin koruyucusu olarak gördüklerinden yok etmek istiyorlardı, bunu da başardılar. Onun üzerinden topluma “balans” ayarı çektiler. İşin ilginç tarafı o dönem balans ayarının en büyük destekçisi olan sol zihniyetin temsilcileriyle Erbakan Hoca’nın manevî ve siyasî mirasçıları olduklarını söyleyenler kol kola, yan yana hareket ediyorlar.
Peki 28 Şubat Darbesi’nin dinamik güçlerinden birisi olan sol zihniyette değişen bir şey var mı? Kırdıkları fay hatları nedeniyle topluma verdikleri zarardan dolayı hiç pişmanlık duyuyorlar mı? 27 yılın tecrübesiyle bu sorulara verebileceğimiz cevap olarak ancak şunu söyleyebiliriz ki şahit olduğumuz seçim zamanlarında üç beş kuru beyan ve sembolik hareketten öteye değişen bir şey yok. Değişen bir şey olmadığı gibi yanlarına bu defa 28 Şubat mağdurlarının mirasçılarını da almış durumdalar.
Milletin değerlerine düşman zihniyet, kırılan 28 Şubat fay hatlarında hızlı bir şekilde enerji biriktiriyor. “Ayinesi iştir kişinin; lafına bakılmaz.” diye güzel bir atasözümüz var. Sol zihniyetin zihin dünyasını besleyen akademisyen, yazar, medya organlarına yakından bir bakın hele bunu göreceksiniz. Şimdilik bazı sağcı, muhafazakâr ve milliyetçilerin bu zihniyete alkış tutması toplumda karşılık bulmuyor. 28 Şubat Darbesi’nin yıl dönümünde vardığımız nokta gerçekten ibretlik. Bir kez daha düşünmeye değmez mi?