2019 yılının son ayının birinci yarısında olduğumuz şu günlerde ülkeler, şirketler ve insanlar yapabildikleri kadarıyla 2020’nin planlarını yapmaya çalışmakla meşguller.
Teknolojinin baş döndürücü hızla ilerlediği günümüz dünyasında geleceğe yönelik planlama projeksiyonları son dönemlerde çokta başarılı değiller aslında.
Her an yeni bir gelişmenin yaşanabileceği ve hatta yaşandığı bir ortamda önümüzdeki günlere veya yıllara müteveccih yapılan hareketlerin karşılığının tam olarak alınabilmesinin zor olduğu bir periyottan geçen dünyada yaşıyoruz.
Özellikle ekonomik alanda belirsizliklerin ve risklerin artması vesilesiyle bunu biraz daha ağır bir şekilde hissediyoruz.
Gelişmiş ülke ekonomilerinin birçoğunun tam olarak halletmiş olduğu ekonomik kalkınmadaki sürdürülebilirlik ilkesinin az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke ekonomilerinde çok ciddi problemlere yol açtığına şahit olduğumuz bir zaman tünelinden geçiyoruz.
Bu durumu yaşayan ülkelerin hızlı bir şekilde ekonomik alt yapılarını sağlam bir zemine oturtup 2020 yılında sürdürülebilir ekonomik kalkınmalarını tam anlamıyla hayata geçirmeleri kendilerinin geleceği açısından hayati öneme sahip bir konu olarak önümüzde durmaktadır.
Ayrıca sürdürülebilirlik halledilebildiği oranda refahın toplumun geneline yayılması da sağlanmış olacaktır.
Toplumun sadece belirli bir bölümünün değil tamamının sosyal refah düzeyinin üst düzeylerde olması ülke ekonomilerinin geldiği nokta açısından ciddi bir göstergedir.
Basit mantıkla olaya yaklaştığımızda bile gelir seviyelerinin yüksek olduğu toplumlarda suç oranlarının azaldığını görürüz ki bu durumda sosyal refahın arttığının bir işaretidir.
2020’de sosyal refahın arttığı ülkelerde birçok toplumsal probleminde kendiliğinden çözüldüğü ortaya konacaktır.
Önümüzdeki yıl özellikle ABD-Çin eksenli küresel ticaret savaşlarının etkisi bu ekonomilerdeki daralmalar bağlamında bakıldığında biraz daha artacak gibi duruyor.
Ticaret savaşları ekonomileri daha küçük olan ülkeleri de ciddi oranda etkileyeceği için her ülke yurtiçi ekonomik yapılanmalarını iç talep ve arz dengesini güçlendirecek şekilde çalışmalıdır. Aksi bir durumda bu savaştan ekonomisi küçük olan ülkeler daha fazla olmak koşuluyla tüm ekonomik yapılar olumsuz bir şekilde etkilenecektir.
Petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar 2020’de de sürecek gibi duruyor. Durum böyle olunca da petrol üretmeyen ülke ekonomilerinin maliyet kalemleri değişkenlik göstereceğinden 2020 yılı için yapılan planlamalarda bu risk önemli bir nokta olarak göz önünde bulundurulmalıdır.
Petrol fiyatı kaynaklı yükselişler ürünün diğer maliyet kalemlerinde stoklu çalışılarak absorbe edilmeye çalışılmalıdır.
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin faiz oranları da reel faizlerin sıfır ve sıfıra yakın olduğu dünya ülkeleri ölçeğine yaklaştırılmalıdır. Bunun için ülkelerin merkez bankaları çok ciddi çalışmalar yapıp ortaya çıkan sonuçlardan faydalanarak bunları uygulamaya sokmalıdırlar.
Ekonomi programları yapılırken vatandaşın açlık sınırının ne olduğu iyi belirlenerek verilecek olan ücret politikalarında bu sınır her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.
Tüm bunların yanında işsizlik oranlarının düşürülebilmesi anlamında üretim ekonomileri canlandırılmalıdır.
Üretim için de her ülke milli ve yerli düşünerek bu düşünce perspektifinde hareket alanını büyütmelidir.
Ekonomilerde insan odaklı düşüncenin yeri ve ağırlığı artarsa kanımca dünya daha yaşanılır bir alan haline gelebilir.