Geçen haftaki yazımızda CSO(Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) yeni yerleşke açılışından yola çıkarak kültür politikalarımızın daha fazla yerli ve milli olması gerektiğini vurgulamıştık. Hafta içinde müze açılışları vesilesiyle yaptığı konuşmada Sayın Cumhurbaşkanımız kültürel alanda istenen noktada olmadığımızı tekrar hatırlattı. Peki, Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıkları bu çağrıları ne kadar dikkate alıyor? Bunu sorgulamamız gerekiyor.
Bu milletin dini, dili, musikisi ve yaşamı kendine özgüdür. Batının klasikleri varsa bizim de klasiklerimiz var. Lakin yaklaşık 100 yıldır bu milletin evlatları kendi musikisi yerine batıdan devşirilen müzik ile beslenmektedir. Dolayısıyla da batının kültürünü alan nesiller ister istemez batının anlayışını beraberinde almaktadır. Bu durum batı müziğine bir düşmanlık olarak algılanmamalı. Lakin hiçbir millet kendi kültürünü tamamen boşlayıp yabancı bir kültürün taklidine girişmez. Tek parti döneminde kendilerine fikir danışılan kimi batılılar bile yapılan bu kültür aşısının aleyhinde raporlar vererek “kendi kültürünüzü yok etmeyin, eşsiz bir birikiminiz var, onu geliştirin” çağrısında bulunmuşlardır. Son elli yıldır batılılar otantik/etnik müzik arayışına girerek doğunun ve özellikle coğrafyamızın özgün sanatını keşfetmiştir. Tüm Avrupa’da ve Amerika’da Türk Musikisi salonlara sığmayan kalabalıklar tarafından hayranlıkla dinlenmektedir. Nitekim özü itibariyle batı müziği de doğudan aldığı ilham ile kendi içinde evrilen ve kendi kültür özelliklerini taşıyan bir yapıya sahiptir. Yani batı her ne kadar doğudan ilham alsa da kendi kültürünü bu aldıklarıyla harmanlayarak öz değerlerini korumayı bilmiştir.
Bu konularda uzun yıllar uyarılarını paylaşan merhum Cinuçen Tanrıkorur bakın ne diyor: “Türk müziği ile Batı müziği tamamen ayrı iki müzik dili olarak, ayrı alfabeye (yani birbirine hiç benzemeyen ses perdelerine ve aralıklarına) sahiptirler. Bu yüzden, gitar, piyano, mandolin, flüt, akordeon gibi 12 eşit aralıklı Batı müziği ses sistemine göre ayarlanmış (tampere) sazlarla hiçbir makamımız çalınamaz. Bizde Batı oktavının 12 sesine karşılık 43 perdemiz, onların 5 temel dizi (4 minör, 1 majör) kalıbına karşılık 587 makamımız, yine onların 2 ve 3 zamanlı sadece iki temel ritmine karşılık 80 değişik usulümüzle, tek sesli olmak şöyle dursun, bin renkli sesler ve ritimler okyanusunda yaşamayı yeğ tutmuşuz. Şu kısa açıklama dahi, ‘Türk müziği ilkeldir’ sözlerinin ne kadar cahilce olduğunu ispata yeter sanırım. 120 kişilik bir senfoni orkestrası, Şevkefzâ makâmında taksim yapan bir ney’in önünde âciz, yapayalnız, çırılçıplaktır. Senfoni orkestrası Şevkefzâ makamında taksim niye yapsın, diyeceksiniz. Teşekkür ederim; yazımın bir amacı da buydu zâten. O niye ben olmaya çalışsın? Ben niye o olmaya çalışayım? Onun dili, (müzik her kültürün, kendi mantık, estetik ve semantiği içinde konuştuğu bir dildir) ona güzeldir, çünkü onun tarih, inanç ve geleneklerini anlatır. Benim dilimse bana güzeldir, çünkü benim tarih inanç ve geleneklerimi anlatır.”
Özet olarak devletimizin, milli değerlerimizi esas alan bir kültür politikası inşa etmek gibi önemli bir görevi vardır. Bu görev savunma sanayindeki yerli ve milli atılımlar kadar önemlidir. Bu dönemde %1’lik kesime hitap eden operaya, senfonik müziğe, baleye veya diğer batılı sanatlara verilen önemin en az on misli yerli ve milli kültürümüze verilmelidir. Bunun için de başta öğretmen/öğrenci müfredatları olmak üzere kültür politikalarımız yeniden ele alınmalıdır. Bu konuların ele alındığı 2017 Kültür Şurası raporları halen bakanlığımızın önünde durmaktadır. Kültür Bakanlığı tarafından tarihimizde üçüncüsü yapılan bu şuranın önerileri yeni bakanımız tarafından dikkate alınmalıdır. Havadaki İHA ve SİHA’ların yerlilik oranı kadar yerdeki milyonların içinde yaşadığı kültürün de yerli ve milli olması geleceğimiz bakımından bir milli güvenlik meselesi telakki edilmelidir.
Not: 2021 yılını “İstiklal Marşı Yılı” ilan eden TBMM’ye şükranlarımı sunuyorum.