Öyle görünüyor ki şu “modernite” denen şey bizden çok şeyi uzaklaştırmış; üstelik hayatın her alanından. Tüm bunlara dönük örnekleri sayıp dökmeyeceğim burada elbette. Ama müsaade ederseniz siyaset arenasından bir örnek vermeye çalışayım.

Bu günlerde siyaset hayatı önemli bir ivme kazandı. Yani anlayacağımız noktadan söylersek, 2019 seçimlerine ilişkin atmosfer olayları çok erken başladı…

CHP bölgesinde bana sorarsanız bir önceki seçim atmosferinden çokta fazla bir şey yok; rüzgârları farklı estirmeye dönük. Kılıçdaroğlu’nun ve partisindeki bir milletvekilinin, son eklenen 15 Temmuz’a ilişkin hezeyanları ise elbette önemli.

Bu yönüyle, Kılıçdaroğlu’nun “yeni CHP’si” adeta Marshall Berman’ın ifadesinde olduğu gibi bir,“gelenek yıkan gelenek” halini aldı gibi geliyor bana. Zira eski CHP’den ve onun geleneklerinden geriye çok bir şey kalmadı. “Eskisini çok severdik” anlamında anlaşılmasın. Benim kastım şu, bir zihniyeti tasvip etmesenizde onu tanımlamak için, sergilediği ve devam ettirdiği düşünce çizgisini ya da gelenekleştirdiği politikalarını sizde takip edersiniz. İşte sorun tam da burada; artık izleyebileceğiniz bir gelenek yok ortada. Eğer geleneksizlik bir gelenek ise ona da kabulüm…

CHP, iktidara karşı yapılan her hamleye “bir umut” mantığıyla bakmaya başladığından beri çok şey değişti. Kimlere destek olunmadı ki; skala geniş yani, Gezi ile başlayıp 17-25 Aralık ile FETÖ, 6-8 Ekim olaylarıyla da PKK olmak üzere son derece geniş bir yelpazeden ve her renkten örgüt hatta terör örgütünün değirmenine su taşındı, taşınmaya da maalesef devam ediliyor.

Ne yazık ki CHP’nin, ciddi bir liderlik problemi olduğu için, tutarlı bir siyasetten bahsetmekte çok mümkün görünmüyor. Aslında hitap ettiği seçmen kitlesi ve de ana muhalefet partisinin başında olması cihetiyle konuştuklarının “gündem” oluşturması dışında, derin bir analizi hak ettiğini düşünmüyorum; bunu, ülkem adına üzüntüyle ifade etmem gerekir.

Her insan gibi Kılıçdaroğlunun’da kendi köşesinde oturmaya ya da her insanın yapmadığı gibi sadece kendisini ilgilendirecek “atıp tutamama”larına devam etmeye hakkı vardır. İşte o zaman bugün ki işgal ettiği makamda kendisine tanınan bu tolerans asla tanınmayacaktır.

Sağlaması çok kolay bir durumdan bahsediyorum; son derece reel üstelik. İsteseniz Kılıçdaroğlu’nu, seçilen değil de seçen kişi olarak, bir seçmen olarak değerlendirelim; kısa bir an için.

Düşünün ki mahallenizde sürekli birileriyle ilgili bir belge ortaya atan, ama her seferinde de belgelerinin hiçbir kudreti ya da doğruluğu olmayan biri var. O kişi mahallesinde saygınlığını koruyabilir mi; ya mahallenin hassas olduğu konularda hiçbir özen taşımayan hatta onların ruhlarını muazzeb edecek hezeyanlarda bulunan bir seçmenin durumu?

Farklı bir noktadan bakmaya çalışmamın sebebi bu. Eğer “siyaset” bütün bunları görmezden gelme üzerine kuruluysa bu çok yanlış bir kurulumdur; “iktidar için her şey mubah” değildir.

Bu denli hezeyan sonrasında bile, bir seçmene tanınamayacak toleransın, bir ana muhalefet liderine tanınmasının yegâne sebebini ortaya sermek açısından da şunun önemli olduğu kanaatindeyim; “Peki, neden hâlâ bu tutarsız siyaseti konuşmaya devam ediyoruz”u anlatmak ve de kendimizi daha iyi hissetmek açısından…

Bu sebeple, aktif siyasetçilerin hâlâ neden Kılıçdaroğlu’na cevap verme gereği duyduklarının sırrı kanaatimce hitap ettiği kitlede saklı…

“Peki, siyaset bilimciler ya da yazarlar neden konuya ilgi duymaya devam ediyorlar.” derseniz. Onun da cevabı gayet açık. Her zaman “siyaset etme” halini yorumlamazlar; “siyaset edememe”nin de yorumlanması gerekir. İşte bu sebeplerle değerlendirmeye, yorumlamaya devam ediliyor Kılıçdaroğlu.

İşin diğer tarafında ise bir “gelenek yıkma geleneği”, hem CHP siyasetini hem de Türkiye demokrasisini son derece tehdit ediyor. Seçmenin siyaset kurumuna olan güven endeksini son derece olumsuz etkileyen bu hal, iftiraya uğrayan siyasetçinin de sinir uçlarını hedef alıyor. Yani öfkelendirenle, “bak öfkelendi” diyen aynı ses…

Karşıdakini öfkelendirmesi muhakkak olan bir iftira, eğer iyi çalışılmamış, içi doldurulmamış olmaktan kaynaklanmıyorsa mutlaka bilinçli bir yöntem olarak seçilmiştir. Eğer bilinçli bir yöntem ise şunu hatırlatmakta fayda var o zaman; bu yöntemle öfkelendirilerek hata yaptırılacak bir iktidarın yıkıntıları arasından bir müfteri de sağ çıkamaz.

Bir adım ileri iki adım geri, bugün söylediğinden yarın çark et, “belge at izi kalır” siyasetini bu ülkede bu millette hak etmiyor…

Bu dilin, milletle kuracağı tek ilişki, ilişki kuramamak olacaktır; ilgililerine…