Güçlü duygular, mantığı ve aklı etkisi altına alır. Bu yüzden deriz ki, ‘Bir duyguyu, bir düşünceyi veya bir davranışı değiştirmek, geliştirmek ya da pekiştirmek istiyorsak, güçlü bir duygu oluşturmak zorundayız’ Aldığım psikoterapi eğitiminde bir gün hocamız, ‘Bir insanın niye öyle davrandığını anlamak istiyorsanız, onu öyle davrandıran duyguya bakınız’ demişti.

İnsan sevgi, ilgi ve şefkate muhtaç olarak doğar. Bir kızımız, ‘Annem bana hiç sarılmaz. Oysa ben ona doya doya sarılmayı o kadar çok istiyorum ki. Bu ihtiyacımı karşılamak için komşu teyzeye sık sık sarılıyorum, belki sevgi ihtiyacımı gideririm diye’ demişti. Küçük yaşlar, aileye bağımlı olduğumuz yaşlardır. Bu dönmedeki ilgi, sevgi, şefkat ve hayatı ortak alanda beraberce paylaşarak yaşamak; aç olan bir insanı karnı doyduktan, başı ağrıyan birisinin ağrısı geçtikten sonra bir şeylere yönelebilmesi gibi, insan da ihtiyaçları giderildikçe dışarıyı doğru bir şekilde görmeye başlar. İnsanın yok sayılması, varlığıyla çatışmaya başlaması anlamına gelir. Bu, Allah’ın (cc) Yarattığı, var saymaları için anne babayı ve her insanı görevlendirdiği ve, ‘Birbirinizi benim için sevin, koruyun, ilgilenin ve içindeki sıkıntısı varsa giderin’ diye emrettiği insan, yok sayılınca kimyası bozulur. İşte bütün psikolojik sıkıntıların zemini, bu yok sayma, değersiz hissettirme, sevgisiz ve ilgisiz bırakıp, aşağılayıcı dil ve üslûp kullanılması, kendilik algısı bozar. ‘Ben yapamam, ben becerikli değilim, herkes benden iyi, kimse beni sevmiyor, ben hiçbir şeyi düzgün yapamam, annemi babamı üzüyorum, ben kötü ve değersiz biriyim’ düşünceleri beyni kuşatır. Bu düşünceler insanı ayakta bile zor duracak hale getirir. Yabancı bir yazar diyor ki, “Ben sen de oluşur”, ne doğru bir söz.

İnsanın kimlik kişilik yapılanması aşamalarında, Allah’ın (cc) varlığı, kullarına olan sevgisi, gelecekteki rollerine bilinçle hazırlanması ve gelişiminin helâl sınırları içinde desteklenmesi, her insanın hakkı ve muhataplarının da Allah (cc) adına boynunun borcu olmalıyken; bugün başta anne baba olmak üzere, toplum olarak bunu es geçiyoruz. Çocuklarını döven anne babalar, çocukken şiddet görmüşler, sevgisini gösteremeyenler çoğunlukla sevgisiz kalmışlar. Bu zararlı döngü artık kırılmalı ve normal bir işleyişe kavuşmalı değil mi? İnsanın en çok etkilendiği dönem olan bebeklik, çocukluk çağı, günümüzde, çizgi filme veya annesinin dışındaki bakıcıların ellerine teslim edilmiş durumda. Helâl rızık endişesi ne yazık ki artık, para kazanma hırsına kurban oluyor. Sadakat ise sözlükte kalmaya başladı. NEREYE GİDİYORUZ?

Kendisini sevemeyen Rabbini (cc) ve yarattıklarını da sevemez. Kendini Allah’ın (cc) Yaratmasından dolayı değerli göremeyen, rollerini hakkıyla kavrayamaz ve gereğini yapamaz. Bu kadar zayıf ve yıpranmış bir duygu durumundan da, affedebilecek derinlikte, değer verecek anlayışta ve sevgiyle kuşatacak olgunlukta bir insan yetişemiyor ne yazık ki. Yaşanmış acıların duygularından kurtulabilmek için, sağlıklı bir düşünme biçimine, güçlü bir imana ve bunları hayat geçirebilmek için Allah’ın (cc) yardımıyla güçlü bir iradeye ihtiyaç vardır.  İlâveten, bize doğru malzemeler verecek kesintisiz bir bilgi kaynağını ve az da olsa doğru insanlarla irtibatı da eklemeliyim.

Gelecek yazının konusu: nasıl sağlıklı düşünebiliriz?