Resimler vardır, insanın gönlünü açar. Resimler vardır, insanın yüreğini burkar. Kim istemez ki evladı ile yan yana öyle güzel, ferah, şükür makamında resim çekinmeyi? Bir zamanlar Ceyhun nehri kenarına gitmiştim. Hayratan'dan Şortepe'ye doğru yürüdüm öfkeli ırmağın kıyısında. Oradaki insanlar kenar-ı Amuderya diyorlardı. Amuderya, kenarındaki köyleri beşik gibi sallıyordu bir zamanlar.
O vakitler çocuklar gibi şendi oradaki ahali. Gün geldi Amuderya'ya bir haller oldu. Üzerlerine üzerlerine geldi köylerin. Toprak yemeye başladı koca nehir. Toprak ki doğurur. Toprak ki kundak gibi sarar insanı. Ama bu sefer, kefen gibi sardı kenarındaki Türkmen köylerini... Gecenin bir yarısı toprak damları dövmeye başladı koca nehir.
Kenarında Sultan Sencer'in atının su içtiği, Babür Şah'ın daha on altı yaşında kardeşlerini ve yurdunu bir sala binip, geride bıraktığı, Zerdüşt'ün suyundan dört avuç su alıp toprağa, suya, havaya ve tenine attığı nehir dellenmişti. Biz, geceleri köyleri yerle bir eden, toprak yiyen o nehrin kenarında durduk Türkmen balalarıyla ve eski bir şaman ayini yaparcasına dönendi küçük bir kız çocuğu yanımızda. Amuderya bir an durdu. Bir an utandı. Sonra daha sert vurdu toprağa. İçine o kadar kendimizden katmıştık ki merhameti unutmuştu.
Resimler vardır, ırmaklara bile merhameti hatırlatır da insanlar bakıp geçerler. Şimdi o resimlerden bitine bakinca aklıma düştü: zalimletin orada yakacshi bir küçük çalılık bile yoktu. Çöle kesmişti dünyaları. Oradaki zalimler gelip köyü boşaltmalarını söylüyorlardı. Yoksa öldüreceklerdi... Tarlaların içerisinde eciş bücüş evler vardı. Uzaktan kendi evlerine bakan korkmuş insanlar... Sibirya'ya surgune gonderilen kimi aileler geri dönüp, Bahçesaray'da, evlerunin tam karşısına tenekelerden baraka evler yapmışlar... Evlerini göre göre ölmüşler. Kimi Kırım'da kırılıyor kimi Ceyhun nehri kenarında. Kırılan bize yaslandı diye sızlanmak yok! İnsan kalmak istiyorsak acı çekeni görmezden gelemeyiz. Neyse... Herkesin bir sınavı var. Kırım'da evini barakadan izleyenin, Ceyhun kenarındaki tarladan da kovulacağı günü bekleyen insanlardan daha çok acı çekenler var bu yalan dünyada.
Onlarca ormanı ateşe verenlerin kurda, kuşa, insana, vatana verdiği acı yurtsuz kalanların, sürgün edilenlerin acısına kardeş olsa gerek. Yana yana olgunlaşırız, dedik de namertler her zaman olduğugibi yine yanlış anladılar. Yaktığınız, cehenneminize giden yolunuzu kısaltır ancak. Biz mi? Fidan fidan, ağaç ağaç , orman orman geliriz... Kestiğiniz yerden doğar; yaktığınız yerden ırmak olur coşarız.
Ama Yunusleyin, ama Ömerce; Allah bilir. Bir ırmağın kenarındayız... Kimileri bu ırmakta boğuldu, kimileri bu ırmak ile alemi gülzar etti. Bir ağaç dik, bir güzel bak âleme, bir hayır konuşanı dinle... Alemde yeterince kem söze kurban olan var. Az bir bedel ile dünya gülzar olur. Yoksa, dala yabanci kuş konmuş diye bakan, nerden biliyor dal kimin, kuş netenin kuşu? Nasipsiz olmak isteyen baktığı yerde yangın görmek için canımızı yakıyor.
Ya nasip!