Güç, zenginlik ve ürettikleri sentetik algılarla insanlığı sınırlı bir kabullenme alanında kontrol eden muktedir ülke yöneticileri Gazze, Lübnan ve Yemen’de sömürü dürtülerini tatmin etmek için her türlü ahlaksızlığı meşru görerek 21. yüzyılın ilk çeyreğinin başında tarih yazımına soykırımla başladılar. Ateşkes görüşmeleri yaparken her türlü silah ve istihbaratı, siyonist İsrail’le paylaşarak ve açıkça destekleyerek ekseriyeti çocuk ve kadın olan pek çok masum sivilin katledilmesinin tarafı oldular. Gazze ve Batı Şeria’da olup bitenleri, iş birliği yaptıkları ve adı malum ülkelerin sosyal medya mecralarında yer almasına mâni oldular.

Instagram, Facebook, WhatsApp, siyonist İsrail'e mutlak biat ederek Evanjelist koalisyon iş birliği ile Filistinlilere uygulanan soykırım, yıkım, işgal ve imhaya sansür uyguladı ve Post-Truth olarak tanımlanan söylemle yalanların gerçekmiş gibi sunulduğu bir Filistin-Gazze algısı üretildi. Batı’nın kurgu sosyal medya dünyasını yıkmaya çalışan Telegram ve Tiktok’a uygulanan tek taraflı baskı, İsrail’e verilen katliam desteğini aratmaz nitelikte. Batı, Siyonist-Evanjelist dürtülerle harekete geçti ve Telegram’ın kurucu yöneticisini Fransa’da gözaltına aldı. Suçlama, “abes ve absürt” yorumlara sebep olacak kadar tuhaf ve kabul edilemez bir algının verisiydi. Çin ve Rus menşeli sosyal medyaya savaş açan, “demokrat, özgür fakat çocuk katillerine, işkencecilere” sempati duyan ve alkışlayan Batı devletlerini rahatsız etti. İkircikli tutum ve belirsiz Batı ahlakı!

Dürüstlük, erdem ve masum insanı savunma anlayışını, zenginliğini koruma ve çıkar algısı üzerine kuran Batılı Evanjelist azınlık, medya gücü ve demokratik (!) sansüre rağmen sokaklarını, üniversite kampüslerini, kampüslerdeki öğrenci ve hocaları kontrol altına alamadı. Çünkü tutarlı, adil ve ahlaklı değillerdi.

Merhamet ve vicdan sahibi azınlığın direnişine rağmen Batı ve Amerika’nın elitist, anamalcı sınıfı ile Müslüman dünyanın Batı’ya kiralık köleleştirilmiş zihin sahipleri, siyonizme biat etmiş medyanın ürettiği algı ve propagandaları sorgulamadan gerçekmiş gibi kabul etme noktasında duruyor. Türkiye’de bile hâlâ Gazze’de bir savaş olduğu vehmiyle yaşayan ve savaşın Filistinliler tarafından çıkarıldığına inanan sosyal medya zırvalarına teslim bir azınlık var. İnsanlar hakikati arama yerine, servis edilen dezenformasyon ve ham bilgi kırıntılarını sorgulamadan ve dolaşıma giren verilerin kaynağına bakmadan benimsiyorlar.

Sosyal medya mecraları aracılığıyla tasarlanarak üretilmiş pek çok safsata, milyonlarca Instagram, Facebook, WhatsApp kullanıcısına rahatlıkla servis ediliyor ve şuuraltıları bulandırılıyor. Bulanık ve kirli algı alanına yüksek gürültü ile pompalanan makyajlı sentetik yalanlar, hakikati örterek gerçeklikten uzak algıyı hakikat diye yutturuyor. Tahran’da şehit edilen Heniyye’nin “terörist” olarak servis edilmesi ve İran’ın müdahale etmesi durumunda ABD ve soykırımı korumakla görevli koalisyonun “İsrail’in güvenliği” için müdahale edeceğinin meşru olacağının medya aracılığı ile dünya kamuoyuna benimsetilmesi tipik bir örnektir.

Gazze konusunda, soykırım koalisyonunun servis ettiği ve toplum tarafından kullanılan kavramlara birlikte bir göz atalım: “Savaş, İsrail’in güvenliği ve kendini savunma hakkı, terör,…”

Sözlük, savaş kelimesini, “devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele; harp, cenk, cidal, kıtal” olarak tarif ediyor. “Diplomatik ilişki”, iki eşit devlet arasında kurulur ve “silahlı mücadele”, ordular arasında yapılır. Filistin topraklarının hiçbir noktasında, bu tarife uygun bir alan yok. Gazze, İsrail kontrolündeki bir açık hapishaneydi ve İsrail, Batılı koruyucularının silahlarını kullanarak soykırım yapıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Auschwitz-Birkenau’da yapılanları “savaş” olarak kabul edersek Gazze’de yapılanları da bu çerçevede değerlendirebiliriz. Gıda ve beslenme haklarının siyonist üniformalı canavarların kontrolünde olduğu bir bölgede sivil, kadın ve çocukları katletmeye savaş denilemez! Bunun adı, uluslararası literatürde soykırımdır. 1948'de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'nin ikinci maddesi, soykırımı, "ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Topluluğun üyelerinin öldürülmesi, topluluğun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi, topluluğun yaşam koşullarının topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasıtlı olarak bozulması, topluluk içinde yenidoğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması, topluluktaki çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi." şeklinde tarif eder. İsrail, Filistin'de Filistinli olarak doğmuş her bir ferdi, bir plan çerçevesinde yok etmek, topraklarını işgal ve ilhak ederek gaspçı yerleşimcilere açmak üzere sistematik ve tek taraflı bir imha harekâtı sürdürüyor. Bu durumda, burada bir savaştan söz edilemez.

“İsrail’in güvenliği ve kendini savunma hakkı” saçmalaması üzerine hiç düşüneniniz oldu mu? Güvenlik, “yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumu; emniyet” olarak tarif edilir. Buna göre İsrail, öncelikle Gazze’de bunu sağlamakla yükümlüydü; çünkü Gazze kontrol altındaki hapishane statüsünde bir yerdi. “Savunma hakkı”(!). Bu söylem literatürde, trajedinin komediye dönüştüğü noktadır. Kamus, savunma kelimesini, “saldırıya karşı koyma; müdafaa” olarak tarif eder. Kukla Filistin Devleti’nin tankının, savaş uçağının ve ağır saldırı silahlarının olmadığı bir gerçeklikte, Hamas ve Filistinli sivillere karşı nasıl bir “savunma hakkı”ndan söz ediliyor?  Büyüdüğünde “terörist olacak” vehmiyle katledilen çocuklar ve “terörist doğuracak” korkusuyla katledilen insanlar, hangi silahlarla siyonist teröristleri tehdit ediyordu? Gazze’de yaptıkları katliamı, "İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz.” diye normalleştiren Vandallar, Batı Şeria’da başlatılan son soykırım harekâtına da “ot biçme operasyonu” dedi. Siyonistlerin, insan katletmeyi ne kadar da sıradanlaştırdıkları üzerine biraz düşünmeye değmez mi?

Ve terörist! Topraklarınıza el koyan Batılı bir sömürge ülkesinin, binlerce yıldır huzur içinde yaşadığınız yerleri birilerine teslim ettiğinde, yapmanız gerekeni yaptığınızda terörist mi olursunuz? Komşunuz, bahçe sınırını belirleyen taşın yerini tarlaya dâhil ettiğinde, verdiğiniz/vereceğiniz tepki üzerine biraz düşünün.

BM kararları başta olmak üzere dünyada geçerli bütün hukuk sistemlerine göre siyonist İsrail, işgalci ve alenen soykırım yapmaktadır. Yerleşimci gaspçılıkla mazlum insanların evlerine el koymaktadır. İsrail, dünya barışı için bir tehdit ve güvenlik sorunudur ve durdurulmalıdır. İsrail, BM kararlarının belirlediği 1967 sınırlarına çekilmeden ve Doğu Kudüs’ün başkent olduğu Filistin kurulmadan bölgede barış ve huzur mümkün değildir.