Acınası bir zillet ehli dünyanın her ülkesinde vardır; ama bizi ilgilendirenler öncelikle kendi ülkemizdekiler… Çünkü onlar, yaşamak istediğimiz güçlü, güvenli, medeni bir ülke hayalimizin bir ucundan tutup sürekli aşağı çeken, dünya ile ilgilenmemizin önündeki en büyük engellerdir…

“Muhafazakârlık” denen şey adeta İslâmî alana hapsedilmiş… Oysa her düşüncenin “muhafazakâr”ı yani muhafaza edeni hatta bağnazca muhafaza edeni pekâlâ mevcuttur… Bu durumda da “İslâmî” olana yapılan “damga”lama insaflı olamaz… Üstelik “muhafazakârlık” adına işlenen her fiilin faili de “İslâmî” anlayışın kendisi değilken…

Bu noktada, “gafil bir Müslümanlık” olduğu gibi, karşı tarafı kışkırtmak adına, inanmadığı bir yaşamın kılığına bürünen provokatörler hep olagelmiştir… Buna rağmen, bu ülkede hâlâ işe yarayan bir provokasyon türü var; “Atatürk büstlerine saldırmak” şeklinde…

Artık buradan yürümeye çalışanların şunu çok iyi bilmesi gerekir. Aklı başında hiçbir muhafazakâr bu türden ucuz provokasyonun içinde olmaz/olamaz… Yani, darbelere giden yolda bu türden enstrümanların nasıl bir ahlaksızlık örneği olarak kullanıldığı da ortadadır. 28 Şubat sürecinde yaşananları her birimiz çok iyi hatırlıyoruz; genç nesiller de yaşayanlardan öğrendi olup biteni…

İktidarı zayıflatmak isteyenler, ellerinde malzeme kalmadığında “Atatürk elden gidiyor” yalanına tekrar tekrar sarılıyorlar… 1950’den bu yana, yani CHP saltanatını kaybettiğinden bu yana bu böyle aslında… Çünkü milletin kalbine girerek iktidara gelemedikleri için sürekli kılınabilecek bir korkuya ihtiyaçları var. Onu da buraya hapsetmiş görünüyorlar…

CHP bu yöntemle bir şeyi de başarıyor aslında… Saldırdığı tarafın Atatürk’ü daha fazla korumasına vesile oluyor neticede… 1951’de yaşanan Ticani olayları, Atatürk büstlerinin yakılması sonrasında “Atatürk’ü Koruma Kanunu” çıkarıldı. Bunu, CHP’nin Atatürk üzerinden yapabileceği manipülasyonları önlemek amacıyla yaptı Demokrat Parti iktidarı…

Evet, kısa vadede etkili de oldu bu yöntem… Fakat sonra… Sonrasını naçizane şöyle ifade etmek istiyorum. Karizmatik bir liderin hiçbir korumaya ihtiyacı yoktur; dünya da örneği de yoktur… Fakat İktidardan bu tarz bir imtiyaz koparanlar aslında kendilerini koruyacak, başları sıkıştığında müracaat edebilecekleri bir “şantaj” enstrümanına ulaşmış oldular…

Bu yöntemi hâlâ kullanmaya da devam ediyorlar… 1951’de iktidar tarafından kendilerine atılan bu “can simidi”ne, -kendilerince- havası azaldığında yeniden hava veriyorlar… Bütün bunlar aslında bu gerçeğe dayanıyor… Dertlerinin Atatürk olmadığı ise gayet açık… Zira kendileri aslında bu gerçeği ifade ediyorlar; “Ben aslında önceden bu kadar Atatürkçü değildim. Hatta hatalarının olduğunu da düşünürdüm. Şimdi İlah gibigörüyorum. Bir direnme noktamız oldu” diyen bir meczubu da hepimiz biliyoruz…

Yani demem o ki, bu ülkenin gerçek gündeminde olmayan yapay, provokatif hadiseler, vesayetçilerin tutunma simididir. Kendilerinin temsil edemediği iktidarlarda ayakta kalabilmenin, onlara “ayar” verebilmenin bir yöntemidir bütün bu tartışmalar… Milletin kazanmadığının açık olduğu bu kısır döngüden karlı çıkanlar da bizim meselemizin anahtarlarıdır; onlara baktığınızda da hakikat ortaya çıkar…

Nitekim Atatürk öldüğünde CHP -Tek Parti- iktidarı onun izlerini silmek isteyen en önemli adımları atmıştır… Şu iddiayla söylemek isterim. Eğer CHP iktidarları devam edegelseydi aynı yöntemle, bugün “Atatürkçülük” bu denli savunulur kalamazdı…

Hadi, bırakın artık bu ucuz tiyatroları; daha uzaya gideceğiz çünkü…