Ne çok ses var dünyada, ne çok… İnsan bazen hiç ses duymak istemiyor, susmak istiyor hatta. Sen henüz konuşamıyorsun kızım. Belki de onun için bu kadar masum, bu kadar mahcup bakışların. Zira konuşmak can yakıyor. Bilmem ki her konuşulanı duyabiliyor musun? İşitebiliyor musun sesleri? Mesela benim sesimi tanıyor musun? Tanı istiyorum, duy istiyorum hatta dinle istiyorum beni. Zira sana anlatacaklarım var, saklayacaklarım yok senden ya da en azından olmasın istiyorum ben. Sen de saklayacaklarım ve bazen sende saklanacaklarım var. Sırrım var benim kızım, gözlerinde sürme misal sırlansın istiyorum. Eskiler “Her çocuk babasının sırrıdır” diyorlar. Öyle midir bilemiyorum henüz. Ben kendimi öyle zannettim hep. Öyle vehmettim. İki dudağımın arasında sözler babamın ve belki de dedemin söylemek isteyip de söylemedikleri olsun, yapmak isteyip de yapamadıkları olsun diye dua ettim hep. Şimdi sırrımı sende sırlamak istiyorum. Ama çok küçüksün sen daha, küçücüksün. Tebessümünde dünyayı sırlıyorsun. Oysa benim o kadar gücüm yok.

Masumiyet en büyük ve en güzel elbisesi insanın, biliyorum. Ve sen, safi masumiyet kokuyorsun kızım. Korkmayı bilmiyorsun henüz belki de. Ne güzel! Nefret etmeyi, sevmemeyi, günah işlemeyi, üzmeyi, can yakmayı bilmiyorsun. Ne hoş! Ama korkuyorum ve biliyorum ki öğreneceksin. Öğrenme istiyorum ama engel olamam. Sen bana benzemek ister misin bilmiyorum ama inan ben senin bu masum haline benzemeyi öyle çok isterim ki. Ama bil ki bu dünya gözlerinden masumiyeti çalıyor insanın. Korkuyorum. Ayak izlerimi göremezsin diye, yazdıklarıma mana veremezsin diye korkuyorum. Misal ki kitapların sayfalarında hayalimi yaşatıyorum ben. Ben hayalhanemde, bir garip âlemde yaşıyorum. Korkuyorum bu âleme giremezsin diye. Zira öyle kolay değil kitapların diyarına girivermek. Ama gir istiyorum ve yalnız başına istemenin bir manası olmadığını da biliyorum. Sana yetiştirememekten hayallerimi, senin lisanında söyleyememekten, dünyanda bir yer edinememekten korkuyorum. Senin gözünden dünya nasıl görünüyor bilmiyorum. Belki bir hayalde yaşıyorsun. Bizim kaybettiklerimizi kaybetmedin sen henüz. Kaybetmek denen o acı temrin henüz zihnine düşmedi. Hoş zihninde neler var ve neler olabilir onu bile bilmiyorum. Bilemiyorum. Bize benzediğin doğru, dünyaya geldiğin doğru… Ama dünya henüz kendi boyasıyla boyayamadı seni. Dünyadasın evet, ama dünyadan değil gibisin kızım. Öyle masum, öyle mahcup ve öyle işte…

Bu günlerde gülmeyi öğrendin kızım. Ne tuhaf, insan gülmeyi öğreniyor ama ağlamak fıtri sanki. Doğar doğmaz ağlıyor insan. İstemiyor belki de bu dünyaya gelmeyi. Sonra alışıyor. Sen de alışacaksın. Yaşamak çoğu zaman bir alışkanlık zaten… Ama öyle güzel gülüyorsun ki.

“Çocuğum, çocuklarım… Ben bu kitapları, bütün dünya nimetlerinden, çok defa vazgeçilemeyenden, vazgeçilemeyecekten feragat ederek bir araya getirdim” diyor Üstad Cemil Meriç. Çok isterim onun yazdıklarını okumanı, Meriç’i tanımanı çok isterim. Ama ben onun yaptığı gibi yapamadım. Mahcubum… Ama belki işte bu yazdıklarımı bir kefaret olsun diye yazıyorum sana. Okumandan çok dinlemen için…

Ve kızım gülüşün cennetten bir parça koparıyor sanki. Ve gülmek sana çok yakışıyor…