Türkiye dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aldığı bir kararla İsrail’le olan ticareti tamamen durdurdu.
Görünen o ki kriz başladığından beri belirlenmiş bir plan ve strateji çerçevesinde İsrail’le ilgili atılacak adımlar belirlenmiş. Zamanı geldiğinde de bu adımlar teker teker devreye alınıyor.
Bütün bu adımlar atılırken Türkiye’nin İsrail üzerinde maksimum baskıyı oluşturmak için doğru zamanı ve konjonktürü beklediğini söyleyebiliriz.
Zira şunu kabul edelim ki Türkiye’nin İsrail’e karşı uygulayabileceği yaptırımların etkisinin bir sınırı var.
Yani ne yapılırsa yapılsın Türkiye’nin tek taraflı olarak atacağı adımlar İsrail’e Gazze konusunda geri adım attırmak için yeterli olmayacaktır.
Bundan dolayı Türkiye’nin, atılan adımların ve yaptırımların etkisini artırmak için doğru zamanda ve doğru şekilde pozisyon alması gerekiyor.
Gelin bu tedbirleri teker teker inceleyelim. Öncelikle Türkiye’nin ilk hamlesinin daha savaşın ilk günlerinde geldiğini ve İsrail’in kurmaya çalıştığı söylem üstünlüğüne ciddi bir darbe vurduğunu söyleyebiliriz.
Hatırlayalım, savaşın ilk günlerinde akla hayale gelmedik yalanlar üzerinden İsrail Gazze’de işleyeceği soykırımı meşrulaştırmak için ciddi bir dezenformasyon kampanyası yürütüyordu.
40 bebeğin kafasının kesildiği ve kadınlara tecavüz edildiği yalanlarının arkasında işte böyle bir hedef yatıyordu.
Dolayısıyla tüm dünyanın ama özellikle de Batı’daki kamuoyunun beyninin İsrail propagandasıyla yıkandığı ve âdeta hipnotize edildiği savaşın ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Hamas’ın bir terör örgütü olmadığını ve bir direniş örgütü olduğunu vurgulaması İsrail’in kurmaya çalıştığı söylem üstünlüğüne vurulan en büyük darbe oldu.
Bu çerçevede İletişim Başkanlığı ve Anadolu Ajansı sürekli olarak İsrail’in yalanlarını deşifre etti ve savaş suçlarını belgeledi.
Diğer taraftan Türkiye, Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı soykırım davasına kanıtlar sunarak destek oldu.
Aynı zamanda Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek için taraflar nezdinde ciddi ve yoğun bir diplomasi faaliyeti başlattı.
Savaş ilerledikçe Batı kamuoyunda da İsrail’e yönelik eleştiriler yükselmeye başladı. İşte bu eleştirilerin yükselmeye başladığı dönemde Türkiye, İsrail’e yönelik bazı ürünlerin ihracatını kısıtlayan karara imza attı.
İsrail ekonomisinin özellikle Türkiye’den ithal edilen gıda ve inşaat malzemeleri konusunda Türkiye’ye ciddi bağımlı olduğu biliniyor. Atılan adamın İsrail’in canını acıttığı İsrail tarafından gelen açıklamalardan belli oluyor.
Söz konusu adımlar sonrasında Hamas’ın siyasi temsilcilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Ankara’da ağırlanması ve Erdoğan’ın, Hamas’ı Kuvâ-yi Millîye yapılanmasına benzetmesi Filistin’e verilen en önemli diplomatik destek olarak görülmelidir.
Zira NATO üyesi ve Batı ittifakının bir parçası olan Türkiye’nin konumu düşünüldüğünde bu diplomatik desteğin kıymeti daha iyi anlaşılır.
Diğer taraftan özellikle Amerika’da üniversitelerde başlayan protestolar sonrası İsrail’in, söylem üstünlüğünü ve kamuoyu desteğini büyük oranda kaybettiğini söyleyebiliriz.
İşte böyle bir zamanda, Türkiye attığı başka bir adımla Güney Afrika Cumhuriyeti’nin İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı davaya doğrudan müdahil olacağını açıkladı.
Karardan birkaç gün sonra da Türkiye İsrail’le olan ticareti tamamen durdurduğunu tüm dünyaya ilan etti.
Umulur ki diğer ülkeler de Türkiye’nin açtığı bu yoldan yürüyerek İsrail’e karşı ticaret ambargosu uygularlar.
Eğer İsrail Filistin’e karşı uyguladığı soykırıma bir son vermezse Türkiye’nin elinde, diplomatik ilişkilerin seviyesinin düşürülmesi ya da tamamen kesilmesi gibi uygulayabileceği başka kartlar da bulunmakta.
Bütün bunların ne zaman devreye sokulacağı ve uygulanacağının ise ciddi bir planlama ile devlet aklı gerektirdiği; Türkiye’nin İsrail politikasının popülist söylemlerle yönlendirilmeyeceği açıktır.