“Hayaller genişledikçe ihtiyaçlar da genişler.” Bu hakikat aslında ilmin ve irfanın hatta burhanın açtığı yoldan ilerleyenlerin ulaştığı bir mertebedir. Aynı zamanda neyin doğru neyin yanlış ihtiyaç olduğu meselesi de başka önemde bir durumdur.

İnsan fıtratı gereği hep daha iyisini ve daha fazlasını isteyen bir varlık. Hatta bu yönüyle, “… İnsan zayıf yaratıldı.”(Nisa, 4/28) ayetinde olduğu gibi “kanaat zengini” olma konusunda da ciddi müşkülat içerisindedir.

Buradan nereye varmak istiyorum. Siyaset bilimi tarafından ileride mutlaka bir farklılık olarak ele alınacak olan “daha azını verme, hatta olanı alma siyaseti”ne tabi ki. Adeta bütün hakikatlere işkence eden bu muhalefet dili 24 Haziran’da nasıl bir karşılık görecek.

Allah: “Doğrusu daha önce Âdem’den ahid almıştık da unuttu…” (Taha, 20/115)diyor. İnsan unutmakla da malul bir varlık… Burada bir unutma hali muhakkak var. Vahim olan, unutmanın icraatın kendisine dair değil de onun hakikatine dair olmasıdır.

Terakki ve inkişaf (ilerleme ve gelişme) tarihsel “iz”leğinde hep olumlu bir mana seyri izlemiştir. Değişim de aynı şekilde olumluyu amaçlar. İşte hakikatin ve doğruların “işkence” gördüğü yer tam da burasıdır. Muhalefet bütün bu izi inkâr ederek “kötüye dönüş” vadediyor. Hatta geriye doğru çekilmeyi “doğru bir hamle” olarak lanse etmeye çalışıyor.

Kulun ne olduğunu en iyi bilen Allah’tır ve O şöyle buyurur: “İnsana zarar dokunduğunda gerek yatarken, gerek otururken, gerek ayakta iken bize dua eder durur. Fakat ondan zararı giderdiğimizde, daha önce o zarar için bize dua etmemiş gibi, geçer gider…”(Yunus, 10/12)

Bizim muhalefet liderlerine bakınca da 2001 ve öncesindeki “dualık” zelil halden eser kalmamış görünüyor. O günlerde sesleri kısılmış, tam bir çaresiz pozisyonundayken, bugün dilleri farklı şeyler söylüyor; sanki hiç 2001 yaşanmamış gibi. Fakat kaçırdıkları şey şu, dilin bu seviyeye ulaşmasını sağlayan refahın kendileriyle bir alakasının bulunmayışı. Bu tamamen Sayın Erdoğan’a nasip olmuş bir şeydir.

Eğer Sayın Erdoğan’ın bir suçu varsa o da şudur. Neredeyse birbirinin görünme süresini sıfıra yaklaştıran sayısızlıkta eser üretmiş olmaktır. Hangisini sayabilir ve hangisini öne çıkarabilirsiniz.

Fakat şu mu olsaydı? Bir CHP belediyesinin havuzun çatlaklarını tamir ettirip sonra da yeni bir havuz açıyormuş gibi allayıp pullaması; var ile yok arası işler kabilinden. O zaman daha kıymetli mi olurdu?

Elbette Ak Parti olması gerekeni yaptı. Fakat asıl derdi “zihniyet” olanlar, bir manipülasyonla meseleyi farklı yere taşımaya çalışıyorlar. Asıl yapmak istedikleri, büyük fotoğrafa hâkim olduğunuzda anlaşılabiliyor.

Yani önce “lâ” diyerek yıkmak, sonrada kendi istila gerekçelerini hayata geçirmek için “inkâr” yolunu seçiyorlar. Tıpkı kökten ve radikal yıkımcıların tamamında olduğu gibi bir yol deniyorlar.

“Demokrasi soslu” bu dil, farklı bir yol öneriyor gibi olsa da, “ansızın dönüşüm” yapamayacak olsa da zamana yayılmış bir yıkım öneren bir dildir. Çünkü hedef zihniyete ve dirilişe gem vurmaktır.

Oysa kazanılanlar milletin eliyle olmuştur ve millete aittir. Bu diriliş uğrunda canını feda edenler de, bu gerçeğin ebedi muhafızlarıdır. Hakikate işkence etmeye çalışanların önce bu sarsılmaz hakikati iyice zihinlerinde pekiştirmesi gerekir.

Kimin kimden sufle aldığı, neyi ne ile yoğurmaya çalıştığı gözden kaçacak hafiflikte değildir. Zira gözden kaçırmanın faturası, bekamız kadar ağırdır…