Toplumbilim bilginleri ve araştırmacıları ibadetlerin oynadığı gerçek rolü daha iyi anlayabilirler. Kanaatimce ilim ve rüşdü yitirdikten sonra Müslümanların varlığını muhafaza etmede namaz, oruç, zekât ve hac ibadetlerinin çok büyük rolü olmuştur. İbadetlerin Müslüman varlığını korumadaki bu işlevi halen de devam etmektedir. Bu ibadetlerin ortaya çıkarmış olduğu sonuçlar yanında bunların bireyin ve toplumun esenliğini korumada büyük bir rol icra eden huşu ve kutsallık boyutuna da bakılması gerekir. Bazıları, dinî ibadetlerin akıl ve bilim alanına ait kurallarla anlaşılmasının mümkün olduğunu düşünmez. Bu ibadetleri mantık dışı hareketler olarak görürler.
Yukarıda sayılan ibadetler Müslümanların varoluş mücadelesinde hayati bir işlev görmüştür. Amerikalı tarihçi Lothrop Stoddard (Günümüz İslam Dünyası adlı kitabında) yönetim gücünü ve hilafeti yitirdikten sonra Müslümanları muhafaza eden en önemli unsurun Allah’ın Evi olan Harem’i ziyaret maksadıyla hacca gitmeleri olduğu tespitini yapmaktadır.
Bayram ve cuma namazları ile bunlara ilişkin merasimler başta olmak üzere tüm ibadet ve dinî sembollerin, varoluşun anlamını kavramada ve enerjileri kontrollü şekilde aynı hedefe yönlendirmede, böylece bireysel ve toplumsal iletişim ağını oluşturmada büyük önemi vardır. Dahası bu süreç hayatı yaratanla, gökleri ve yeryüzünü var edenle bağlantı kurmayı sağlamaktadır. Dolayısıyla hiçbir ibadeti bağlamından kopuk, amaçlarından ve işlevlerinden bağımsız ‘tek başına’ bir ritüel olarak görmemek gerekir.
Ancak burada başka bir hususu da göz önünde bulundurmamız gerekir. Müslümanları yok olmaktan kurtaranın ibadetler olduğuna şüphe yoktur. Lakin akıllı ve raşid bir Müslüman toplum inşa etmek için ibadetler tek başına yeterli değildir. Zira ibadetlerin değeri aç ve susuz kalmada, yorgunluk çekmede, ayakta durmakta ya da seyahat etmekte değildir. Bilakis ibadetlerin son derece büyük olan değeri bu kulluk etkinliklerine atfettiğimiz anlamdan kaynaklanmaktadır. Mesela kıraat ibadeti: Düşünerek ve anlayarak okumakla sadece ölüler için -Kur’an’ı mehcûr (metruk) bırakmak[1] anlamına gelen- ‘hatim okumak’ arasında çok fark vardır. İnsanlar ölüleri cennete girsin diye Kur’an okumaktadır. Oysa bu kitap insanlar hayatlarına onunla nizam versinler diye gelmiştir.
Kıraat ibadetine eşlik etmesi gereken anlamı düşünme olmaksızın şekil, organizasyon ve merasimlere gösterilen bu ehemmiyet, Kur’an’ın şu ikazıyla ifade buyurmuş olduğu yanlış bir tutumdur: “Birr; iyilik, yüzünüzü doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir…” (Bakara 2:177).
Libyalı merhum mütefekkir Sadık en-Neyhum (Sadeq Naihoum), “Camiyi Kim Çaldı? Cuma Günü Nereye Gitti?” başlığıyla bir yazı yazmış ve Müslümanların hayatında ibadetlerin oynaması gereken önemli rolün nasıl yakılıp kül edildiğini, caminin ve namazı ikame etmenin oynadığı büyük rolün nasıl yitirildiğini anlatmıştı.
Ziyaretime gelenlerle yaptığım görüşmeler esnasında Arap dilini iyi bilmeyen yabancılara ve Türkiyeli kardeşlerime çoğunlukla şunu söylüyorum: Çok rica ediyorum, ne okuduğunuzu anlamanız ve mesajı düşünüp öğrenebilmeniz için Kur’an’ı lütfen (en iyi bildiğiniz dilde) Türk dilinde okuyun. İşte o zaman yukarıda anlattığım ve keşfedilmeyi bekleyen ilkeleri, kuralları ve sonuçları anlayabilmeniz mümkün olacaktır. İşte o zaman namazlarımız başka bir anlam kazanacak, haccımız başka bir anlama kavuşacak, orucumuz başka bir anlam bulacak ve bayramımız başka bir anlam boyutuna ulaşacaktır. Bu anlayış bizi ilke ve kural, bilim ve akıl, doğruluk ve olgunluk çağına taşıyacaktır. İşte o zaman bayramlarımız gerçekten mübarek/bereketli olacak ve şu kutlama sözünü içtenlikle söyleyebileceğiz: Nice hayırlı yıllara…
[1] Müellif burada şu ayet-i kerimeye atıf yapmaktadır: “O gün (kıyamette haşir günü) Elçimiz (Muhammed) diyecek ki: “Rabbim, benim halkım bu Kur’an’ı mehcûr (terk edilmiş) bıraktı (kendilerinden uzak tuttu, ona köhne kitap muamelesi yaptı)!” (Furkan 25:30).