Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cami katliamı sonrası Yeni Zelanda Devlet Başkanı Reddy’yi telefonla arayıp terör saldırısını tüm Müslümanlar adına lanetlemesi ve teröristin arkasındaki örgütlerin meydana çıkarılmasını istemesi, ardından da Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Yeni Zelanda’ya gitmeleri gayet yerinde ve takdire şayan adımlar.
Hamas sözcülerinden Sami Ebu Zuhri’nin Türkiye’nin sarf ettiği diplomatik çabaya işaret ederek, “İslam ümmeti, Türkiye’nin oynadığı ve ümmetin onuru ve saygınlığını koruyan bu rolle gurur duyuyor” demesi de söz konusu adımların Arap sokağında yakından takip edildiğinin göstergesi.
Dost-düşman herkes bilsin ki Müslümanlar sahipsiz değil.
Erdoğan’ın “Özgürlükler ülkesi Yeni Zelanda’ya bir gölge düşürülmesini asla istemeyiz” uyarısı da önemli.
Kaşıkçı cinayeti nasıl hem ünlü yazarı hem de Türkiye’yi hedef aldıysa, Christchurch kentindeki katliam da Müslümanlara olduğu kadar Yeni Zelanda’ya yönelik bir saldırı.
Umarım Yeni Zelanda yönetimi bu gerçeğin farkındadır.
Onlarca Müslümanın şehit olduğu ve yaralandığı katliam, Avrupa’da yükselen ırkçılığı ve İslam düşmanlığını yeniden gündeme getirdi.
Yeni Zelanda’daki katliamda Batı liderlerinin ve medyasının elbette payı var.
Fakat Müslümanlara ve camilere karşı kışkırtıcı açıklamaların sadece Amerika’dan ve Avrupa’dan geldiğini düşünmek yanıltıcı olur.
Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Ana muhalefet partisinin başındaki ismin katliam sonrası İslam dünyasını suçlayan açıklamaları ortada.
Mısır cuntası lideri ve Birleşik Arap Emirlikleri yetkililerinden de yakın geçmişte Batı’daki İslam düşmanlığını besleyen, camileri hedef gösteren açıklamalar gelmişti.
Örneğin, BAE Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed, 2017’de Riyad’da düzenlenen bir panelde yaptığı konuşmada, Avrupa’da 50 milyon Müslüman yaşadığını ve aralarında radikallerin ve teröristlerin olduğunu söyledi.
BAE Hoşgörü Bakanı Nuheyyan Bin Mübarek Âl Nuheyyan da Kasım 2017’de Alman Haber Ajansı’na verdiği demeçte, Avrupa’daki camilerin sıkı kontrol altında tutulmamasının terör saldırılarına yol açtığını öne sürdü.
Mısır cuntası lideri Abdülfettah Es-Sisi daha da ileri giderek terörün ve radikalizmin yayılmasının başlıca sebebinin Avrupalı liderlerin camileri kontrol altında tutmamaları olduğunu iddia etti.
Şubat ayındaki Münih Güvenlik Konferansı’nda konuşan Es-Sisi, camileri başıboş bırakmama ve dini söylemde reform çağrısında bulundu.
BAE, Mısır ve benzeri rejimlerin Müslümanlara yönelik saldırıları Batılıları camilere karşı kışkırtmakla sınırlı değil.
İslam dininin en temel ve güvenilir kaynakları da hedefte.
BAE’li bir kadın akademisyen geçenlerde BAE Hoşgörü Bakanı’nın da katıldığı bir programda, Arap toplumunun Sahih-i Buhari’ye inandığı için geri kaldığını öne sürerek, ilmi otoritelerce en sahih hadis kitabı kabul edilen Sahih-i Buhari’nin 1400 yıldır insanların özgürlüklerini kısıtladığını söyledi.
Hicri 1440 yılının Recep ayındayız.
İmam Buhari, hicri 194 yılında dünyaya geldiğine ve 256 yılında vefat ettiğine göre Sahih-i Buhari nasıl oluyor da 1400 yıldır insanların özgürlüklerini kısıtlayabiliyor?
Yani BAE’li kadın akademisyen farkında olmadan bilinçaltındakini açığa vurmuş ve “1400 yıldır” diyerek aslında Buhari’yi değil İslam’ın bizzat kendisini suçladığını belli etmişti.
Yeni Zelanda’daki terörist camilere saldırarak masum Müslümanları katlederken, BAE ve Mısır rejimleri de camileri, Müslümanları ve İslam’ın temel kaynaklarını hedef göstererek aynı amaca hizmet ediyorlar.
Hep birlikte Allah’ın nurunu söndürmeye çalışıyorlar.