Türkiye’de her seçim döneminde ve sonrasında tuhaf bir söyleme tanıklık ederiz. Sanal medya gettolarında gerçekleştirilen organize işlerle aktif siyasî hayatları süresince başarılı olamamış bir kesim altmışa kırk galip ilan edilir. Sokaktan ve mahalleden habersiz, kapatıldığı odanın yankısından beslenen ve hormonlu zekâ sahibi aydının ürettikleriyle derin kurgu sarhoşluğunda yediği vurgunla sahillere savrulan sanal gettonun çocukları gerçek dünyada yeniden kaybetmenin şokuna maruz kalırlar. Ait oldukları gettonun siyaset baronlarından ve kurgu uzmanlarından masal tadında her seçimden sonra dinledikleri masalları yeniden dinlerler. “Aslında seçim adaylar arasında yapılmamış; halk devlete karşı bir seçime mahkûm edilmiş. Sandıklarda kazanılmış bir seçimin sonunda aslında kazananlar kazanamamış ve ‘Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir’”. Bu masal, biraz peri masalı tadında olsa da gerçekliğe yaklaşmayan birilerinin karanlık yankı odasında bile asıl hikâyeyi gizlediği bir dünyanın anlatısı olarak tarihe not düşülür. Yankı odasında üretilen hilafı hakikat algıların maksadı “birlikte başaracağız” devşirme lakırdısının “değişim” masalına dönüşmesini temin etmekti. Türkiye’nin nefretçi ve ötekileştirici muhalifleri Balzak romanlarındaki romantik bahçe tasvirlerini andıran reklam filmlerini seyredip baharı beklerken sakura dallarından dökülen çiçekler, kazanma sarhoşluğuna inandırılmış kişileri sanal dünyanın derin sarhoşluğuna sürükler ve içinde gelecek tasavvuru olmayan rüya içinde bir rüyaya yönlendirerek ve onlarca senedir yaşadıkları devinimler içinde yaşamaya zorlar. Hikâye hep aynı, ama hayatı sanal dünyada yaşayanlar uyandığında “yenilgi, başarı olarak ibra edilmiş ve meçhul bir el tarafından kurgulanan organizasyonun tarafları topyekûn yenilginin zafer sarhoşluğunda yaşamaya ve yenilginin kazanma olduğuna” inandırılmaya çağrılmaktadır.
Aylar öncesinden ezici bir oy çokluğu ile kazanmaya inandırılmış genç zihinler, inandırıldıkları ve içine düştükleri derin sarhoşluktan çıkmaya çalışırlarken tuhaf bir vakte ve ortama uyandılar. “Öğrenilmiş çaresizlikler”den anlamayanlar; değişim retoriğini yeniden yücelterek bir değişimin olabileceğine birilerini yeniden inanmaya çağırıyordu. Söylerken çok kolay olan bu söylem meydanda, sokakta ve yönetim süreçlerinde gerçek verilerle ibra edilemeyince söylem bu coğrafyada algı üretimine, dünyadaki cari genel kabulünde de “post-truth”ta (hakikat ötesi) dönüşüyordu. Türkçede ‘hilaf-ı hakikat’ olarak tanımlanması mümkün bu terimi kısaca ‘yalan’ olarak tarif edip konumlandırıldığı havalı yerden uzaklaştırarak itibarsızlaştırmak mümkün müdür? Bunu zamana bırakmakta fayda var.
Sistematik olarak algı üretmek ve algıyı meşrulaştırmak karşılığı olarak post-truth bir dezenfonmasyon kavramı olarak iki binli yılların başında sözlüklerde tanımlandı. ‘Hakikat sonrası’, ‘gerçek-ötesi’ veya ‘gerçek-sonrası’ şeklinde Türkçeye tercüme edilen post-truth ifadesinin sahici karşılıkları bunlarla mı sınırlı? Emin değilim. "Seçimi yirmi farkla kazanacaklarını ilan edenler, seçim gecesi rakibine göre epey geride olan cumhurbaşkanı adayının kazandığını ilan edenler" algı yönetimine mi yöneldiler? Yalan mı söylediler? Buradan bakıldığında kavramın anlam itibarıyla muğlâk ve her durumda zihni mefluç etme aracı olarak kullanılmaya uygun bir terim olduğu anlaşılıyor. Bu kadar kaypak bir terim hangi gerekçelerle bu kadar karşılık buldu ve dolaşıma girdi? Bunu anlamak için ABD’deki profesyonel algı mimarları ile medya aygıtlarına; sanal dünya gettosunun yankı odalarına kapatılmış ve dünyayı oradan ibaret sanan klavye kahramanlarının yazdıklarına bakmak yeterli.
Mayıs 2023 seçimleri toplumun bir kısmının hakikatin farkına varmasını imkânsız hale getiren açık ama sağır ve körlerin birbirini ağırladığı bir yankı odasında -ses geçirmeyen, içeriye farklı seslerin ve verilerin girmesi engellenen- geçti. Hakikat ve gerçeklik olarak sunulan “% 58-60 bandında seçimi önde bitirmek; ‘vasiyetimdir bana bir şey olursa 418 milyar doları siz tahsil edin’; üç yüz milyar dolar temiz para buldum” kara mizah örneği vahim vehimlerden ibaretti. 418 milyar doların yapılan yatırımlardan yüzde on alınarak biriktirilen rüşvet ve yolsuzluk miktarı olduğu söyleniyorsa bu, tarihte eşi görülmemiş bir “hesap uzmanlığı zekâsı” gerektirir. Soruldu mu bilmiyorum. Oldum olası hesap ve rakamlarla aram iyi olmadı. Ama 418 milyar dolar, hangi sayının yüzde onu eder? sorusu -Türkiye’nin 2023 kesinleşmiş bütçe tutarının 4 trilyon 470 milyar lira olduğu dikkate alınırsa- kara mizahın en büyük örneği olur ve 418 milyar dolar rüşvet tahsil etmek için kaç yıl, kaç Türkiye bütçesinin yüzde onunun 418 milyar ettiğinin hesabının birileri tarafından yapılması gerekir. Bir soru daha: Üç yüz milyar dolar doğrudan yatırım ne anlama gelir? Türkiye’nin cumhuriyet tarihinde aldığı en yüksek yatırım tutarı 2007 yılında 21,9 milyar dolarla rekor kırdı. İyimser düşünerek her yıl bu rakama ulaşılırsa on beş yıla ihtiyaç var. Rakamlar yankı odalarının derin sarhoşluğuna bir miktar daha derinlik katmış olmalı. Bu rakamın baştan çıkarıcılığına kapılan iş adamı (iş kadını ve iş erkeği değil) muhalif bir arkadaşım aradı ve “sadece bunun için bile değişim gerçekleşmeli” dedi. Ben de “bu rakamın ne anlama geldiğini hiç düşündün mü, Türkiye’nin 2023 yılı bütçesi 225 milyar dolar.” dedim. Garip sesler çıkararak telefonu kapattı.
Tarihe not: Yankı odalarından son olarak “seçimi zorbalık ve cahillik kazandı” ve “YSK onayladı ama bu sonucun ahlaki meşruiyeti yok.” mesajları sızdı. İnsanın benzersizliğinin en ayırt edici vasfı dürüstlük, erdem, vicdan, ahlak ve merhamettir. Bunlardan yoksun olanlar on ay sonra “zorba ve cahil” olarak yaftaladıkları toplum mensuplarının yarıdan fazlasından yeniden oy isteyecekler. Yankı odasında ayna var mıdır?