Cumhuriyet tarihinde böyle bir yerel yönetimler seçim süreci yaşanmamıştır.

Partiler arasında yapılan zorlu seçim ittifakı arayışları…

Daha önce içinde yer aldıkları ittifaktan zehir zemberek açıklamalarla ayrılanlar…

Aday gösterilmeyince başka partilerde soluğu alan belediye başkanları…

Atadan, dededen mensup olduğu partiyi aday gösterilmeyince terk edenler…

Kıran kırana geçen belediye başkanlığı ve meclis üyeliği pazarlıkları…

Listelerin YSK’ya verilmesi için süre kısıtlaması olmasa seçim gününe kadar sürecek çetin pazarlıklar…

Bu heyecan, tartışma, kavga ve nümayişlerin adresi daha çok Millet İttifakı’nı oluşturan partilerdi. Cumhur İttifakı cephesinde ise eski AK Partili bazı siyasetçilerin Yeniden Refah Partisi’nden aday olmaları dikkati çekti…

Listeler YSK’ya teslim edildi. Bundan sonra partiler ve adaylar arasında yaşanacak olan kavga ve tartışmalar seçmeni kendi tarafına çekmek için olacak.

Yukarıda parti ayırımı yapmadan bahsettiğim kavga, protesto, rakibine iftira ve çamur atmanın tek bir sebebi var.

Seçimin sonunda kazanan adayın oturacağı koltuktan yöneteceği milyarlarca liralık bütçenin kontrolünü ele geçirmek.

SİYASET RANT KAPISI OLMAKTAN ÇIKARILMALI

Son beş yılda o bütçelerle partilerin nasıl fonlandıklarını, milletin vergilerini yandaş medyalarına, reklam ajanslarına nasıl aktardıklarını CHP’li belediyeler hakkında çıkan haberlerden okumuşsunuzdur.

Hatta o belediye bütçeleriyle delege satın alarak nasıl genel başkan devirdiklerini, hiç şans tanınmayan bir ismi nasıl genel başkan yaptıklarını gördük.

Cumhur İttifakı’nı oluşturan partilerin proje ve hizmet yarışı karşısında muhalefetin gözü koltuğa ulaşmak dışında bir şey görmüyor.

Siyasette makamlara ulaşmanın sağladığı bu devasa bütçeler her adayın iştahını kabartıyor. O kasaya ulaşmak için birçok siyasetçi için her yol mübah görülüyor.

“DÜŞMANIN ATTIĞI TAŞ DEĞİL, DOSTUN ATTIĞI GÜL YARALAR”

Onuncu yüzyılda yaşayan Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hakk” dediği için idam sehpasına götürülürken halk tarafından taş yağmuruna tutulur.

Yaşadığı acılara ses çıkarmayan Hallac-ı Mansur, kalabalık içinden sevdiği birisinin kendisine “gül” attığını görünce şu sözü söyler; “Düşmanın attığı taş değil ama ‘dostun’ attığı gül yaraladı beni!”

Günümüz siyaset dünyasında ise “Ene’l-güç” (Ben gücüm) diyen bazı siyasi aktörler var. Güç ve koltuklarını korumak için rakiplerine “çamur” ve “iftira atmaktan” çekinmiyorlar. Bu “çamur” ve “iftiralardan” bazen aday yapmayan karar vericiler; bazen de aday yapılmayan isimler nasibini alıyor.

Tabii bu “çamur” ve “iftira” taarruzu içinde tarafların canını acıtan şey “dost” bilinenlerin attığı “gül” oluyor!

Bugünlerde mağdurların dilinde dolaşan bir söz var; “Yaşattığınızı yaşamadan, attığınız ‘iftiraya’ maruz kalmadan ölmeyin…”

Türkiye’de siyaset ve koltuklar hayal edilmeyecek ekonomik kazanımlar sağlamaya devam ettikçe bu “ahlaksızlıkların” önünü almak mümkün değildir. Batı ülkelerinde seçim kaybeden parti liderleri istifa ederken Türkiye’de girdiği tüm seçimleri kaybeden parti liderleri neden genel başkanlığı bırakmıyor?

Çünkü hükmettiği güç ve kasayı bırakıp gitmek onlar için dünyanın sonu demek. Ama dünyanın da sonu var ve herkes yaptıklarının hesabını verecek!