Bir paradigmanın inşasında, diğer devletlerin tecrübeleri önemlidir, ancak yeterli değildir. Konuya kafa yormuş ve yönetim tecrübesi olan insanların ve konu uzmanlarının ortaya çıkardıkları gözleme dayalı sonuçlarla işe başlamak gerekir. Paradigmayı önermek veya kurmak tek başına halkın yapabileceği bir iş değildir. Halkın genel beklentisi adaletin tesisi, geçimini adil bir sosyal düzen içinde gerçekleştirmek ve kendisi ve ailesinin geleceği konusunda umut taşıyabilmektir. O üzerine düşeni, talep ve önerileriyle, olumlu eleştirileriyle oluşturduğu meşru “baskı grupları” aracılığıyla, sandıkta demokratik haklarını kullanarak veya bazen yine anayasal hak kullanımı olarak kolektif hak kullanımlarıyla sokakta da söyleyebilir. Bunun için, yöneticilerin elinde mutlaka, halkın taleplerinin, beklenti ve endişelerinin nabzını tutan ve onları dikkate alan araçlar olmalıdır.  Bundan sonraki aşama, ortadaki ağır yükün idare tarafından sırtlanılması ve “toplum mühendisliği”ne kalkışmadan topluma rehberlik yapılması gerekir.

Kuşkusuz, toplumun tamamının değer ve ilkelere sahip çıkmak veya ahlaklı olmak gibi bir yüksek erdem sahibi olması beklenemez. Tarihin bildiğimiz hiçbir döneminde de bütün toplumun erdemlilerden oluştuğunu gösteren bir zaman dilimi yoktur. Bununla birlikte, erdem arayışı olan insanlar topluluğu tarihin her döneminde olagelmiştir. Fakat erdemli insanların da bütün diğerleri gibi işleyen bir sisteme ihtiyaçları vardır. Çünkü, sistemsizlik herkes için kaos ve kargaşa ve başarısızlıktır. Belirgin olmayan, kişiye göre işleyen keyfi uygulamalar tipik sistemsizlik örnekleridir.

Diğer yandan devlet çarkını döndürmek ve sistemi sağlıklı işletmek üzere ortaya çıkan araçların varsayım, hayal veya ütopyaya dayalı olmaması; güncel ihtiyaçları karşılayan, denenmiş ve sağlıklı araçlar olması gerekir.

Batı ve Orta Avrupa’da kurulan eğitim, idare ve hukuk sistemlerinin tesadüflere bırakılmamış olduğunu ve ampirik olarak iyi işleyen daha büyük bir sistemin parçası olduğunu tespit etmek gerekir. Ciddi bir özeleştiri olarak Batıdaki bu değerli sistem birikiminin kendi dünyamıza gerekli olanlarını aktarma gereksiz olanlarını da uzak tutmada tam tersine işleyen bir başarısızlığın bedelleri günbegün ödenmeye devam ediyor. Sistemin, din, kültür ve sosyal yapı dışında kalan işleyen çarklarını usulünce aktaramadığımız gibi, gelenekle tevarüs edilen insani ve kültürel değerlerdeki üstün ve ayrıcalıklı taraflarımız da hızla elden çıkmaya başladı. Böylece, iki dünya arasındaki sıkışmışlık bugün de devam etmekte.

Esasen bütün insani zaaf ve kötüye kullanımları engelleyecek olan yapı, sistemin bizzat kendisi olmalıdır. Onun doğru şekilde kurulmadığı ortamda, insani zaaf ve eksiklikler devreye girer. Bu da, bir şekilde yürüyen işlerin değerlere ve teamüllere değil, konjonktürel değişimlere ve kişilere dayalı olarak belirsizliğin kucağına bırakılması anlamına gelir. Sistemler kişiler ötesi ve idare hukuku tabiriyle “uygulanmakla tükenmeyen” pratiği taşıdıklarından, bir kerelik, bir dönemlik, bir sıkımlık ilişkileri düzenlemezler. Tam aksine, kalıcılık iddiasında olduklarından sağlam bir temel üzerine kurulmalıdırlar.

Konuyu en basitinden bir örnekle biraz daha somutlaştıralım:

Otobüslerde yaşlılara yer verilmemesi bizim kültürümüze göre yanlış ve ayıptır, geleneğimize de terstir. Bunu hepimiz eleştiririz. Ancak insanların ayakta kalmayacağı bir toplu taşımanın kurulması alt seviyede bir “sistem” meselesidir. Kimsenin kimseye yer vermek zorunda kalmayacağı bir taşımacılık sistemi kurulması bütün devlet yapısını oluşturan sistemin küçük bir kesitidir. Bizimle aynı nüfusa sahip olan Almanya veya daha küçük bir örnek olarak Hollanda’da herkesin oturarak yolculuk yapılabildiğini anlamak yerine konuyu nüfusa veya ekonomik güce bağlamak bahanelere sığınmak olur. Toplumun talep hakları dikkate alınarak problemin çözümüne kafa yorularak onları halletmenin yollarını bulmak da sistemin kurulması ve işleyişiyle ilgili problemdir. İşte asıl mesele, problemleri tespit etmekten çok, hem insan odaklı ve hem de çözüm odaklı bir sitem kurmada eksik kalıyor olmak. Bu niyet, sürekli bir arayışa dönüşmeli.  

Benzer şekilde, mutlaka her ülkede kamu hizmet sunumunda adil davranmayan memurun, kamu gücünü kötüye kullanan, kaynak dağılımında ayrımcı veya belediye hizmetlerini sunumunda tarafgir veya hemşericilik güden yöneticilerle karşılaşılabilir. Teknik tanımlamasıyla bu “kötü yönetim” (maladministartion) örneklerinin, önünü tıkayacak bir idare ve hukuk sistemi, bütün devletlerin ortak arayışıdır. Ancak bu sistemleri yönetecek idarecilerin ister modern kurallar olarak profan/dünyevi, isterse inanç temelinde olsun halkın yanında ve şeffaf bir tarzla “kötü yönetim”i engelleyecek bir sistem oluşturma niyet ve arzusunu sürdürmeleri gerekir.

Aslında basit yönetim problemlerini engelleyecek sistemik çözümler ve genel çerçeveler vardır ve farklı ülkelerde bu çözümlere fazlasıyla kafa yorulduğunu da söylemek gerekir. Örneğin, bizde olmayan ama bazı ülkelerde yaklaşık yüz yıldır başvurulan “Genel İdari Usul Kanunu”, idarenin işleyişini ıslah eden temel çözümlerden birisidir. Veya “Six Sigma” ilkeleri gibi başarılı kamu yönetimi modelleri tesadüfi sonuçlar değildir. “İyi yönetim” için gereken bu kurallara başka bir yazımızda gireceğiz…