Zaman en geniş çerçevede bize, olmaz denilenin olduğunu gösterir. Hiç bitmeyecek gibi görünenin bittiğini anlatır. Nesiller boyu devam eden çatışmalar, günü gelince sona erer. Yüzyıllar süren imparatorluklar, günü gelince tarih sahnesinden çekilir. 

‘Günü gelince’ demek, ‘kendiliğinden, sadece zamanın geçmesiyle oldu’ anlamına gelmez. Akıllar, fikirler, emekler, stratejiler harcanır da en sonunda bir anın gelmesi beklenir. O an, o kısacık zaman dilimi, yıllar içinde inşa edilen yapının üstündeki örtüyü kaldırıverir. Ya da tam tersi olur; gözünüzün önündeki yapı yıkılıverir. Tarihin kırılma anıdır.

Tarihin kırılma anı

 

İmralı’dan gelen mektup okundu. Beklendiğinden çok daha ileri bir metindi. O yana ya da bu yana çekiştirilemeyecek kadar da açıktı. Olmaz denilen olmuş, kırk yılı terörle geçen yüz yıllık sorunda, gelinmez denilen aşamaya gelinmişti.

Sevinçle ayağa kalkanlar, alkışlayanlar oldu. Şaşıranlar, kendilerini ikna etmek için tekrar tekrar okuyanlar oldu.

En kolayı, en düz hâliyle anlamaktı. Onlar “Bu defa olacak galiba!”, “Hadi inşallah!” dediler. En azından bunların söylenmesi gerekiyordu. Daha azına razı olunacak gün değildi.

Ancak o günden bu yana rahatsız olan biri var. Şöyle bir portre:

Elinde silah olan, silahı bırakacağını söylüyor. O eline silah almamış, görünüşte sivil ancak o silahın o elde durmasından yana. Siyasi konumunu, silahın varlığına göre ayarlamış. Silahın gölgesine sığınmış ya da silaha -güya- düşmanlık ediyor.

Silah ortadan kalktığında; durduğu zemin dağılacak, zihin konforu bozulacak, dili tutulacak, iddiaları ortadan kalkacak…

Öyle biri. Meğer silahtan çok silahsızlıktan korkuyormuş.

 

Şüphe… Sonuna kadar

Mektubu kenara koydu, Sırrı Süreyya Önder’in ön sözünü ve dipnotunu yorumlamaya daldı. Oradan çıkamadı. Bit yeniği buldu. Pazarlık kokusu aldı. Yalın hâliyle kullanamazdı. “Kirli pazarlık!” dedi.

Sonra -yine mektup üzerine tek söz söylemeden- “Peki Kandil ne diyecek?” sorusuna geçti. Soru masum gibi dursa da öyle değil. Mesajı küçültmenin, ağırlığını hafifletmenin bir yolu. Çünkü bu gramer içinde, “Be der?” soruları uzayıp gidiyor. Suriye hükûmeti ne der? İsrail ne der? ABD ne der? Sürekli soruyor. Sormaya devam edecek. Ta ki olumsuz bir sonuca ulaşıncaya ya da “Bak bunu düşünmemiştik!” cevabını duyana kadar. Üstelik Kandil’in, PYD/YPG’nin, SDG’nin ve diğerlerinin dediklerini yorumlamak, satır aralarını okumak, oralardan olumsuzluklar çıkarma hakkını da saklı tutuyor.

En güçlü fikir

 

Mektup okunduktan dakikalar sonra Bahçeli, DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ı telefonla aradı ve “Türkiye’yi birlikte demokratikleştireceğiz.” dedi. Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Bahçeli’ye ve Öcalan’a uzun ömürler diledi. Bahçeli, Demirtaş’ı arayıp teşekkür etti. Olmaz denilenler olmaya devam ediyor.

Memleketin ufkunu kara görmek isteyen de arayışlarını sürdürüyor. Ona aldırış etmemeyi öğrenmeliyiz. Hem zaten o, 1 Ekim’den bu yana aynı tonda konuşuyor.

Oysa Türkiye, cesaretle ve kararlılıkla beş ayda, nerelere geldi!

Demek ki; ‘terörsüz Türkiye’nin zamanı gelmiş. Bedeli ödenmiş, acısı çekilmiş, kurtulmak için çok çaba harcanmış ve zamanı gelmiş.

Zamanı gelmiş fikir kadar güçlü ne ola ki!