Son yıllarda dünyada doğal felaketlerin sayısı artıyor. Sıcaktan kavrulmaya başladık. Yüksek sıcaklık nedeniyle birçok ülkede hayat durma noktasına geldi. Tabiata karşı tedbir alarak hayatını sürdüren insanoğlu, üst üste gelen darbelerle sarsılmaya başladı. Virüs, sel, tsunami ve deprem nedeniyle binlerce insan hayatını kaybetti. Acaba yıllara oranla felaketlerin artış hızı ne oldu? Yaşanan felaketlerde insanın parmağı var mı? Acaba başımıza gelenler yapıp ettiklerimizin sonucu mu?

Bilim adamları sürekli küresel ısınmaya, iklim değişikliğine vurgu yapıyorlar. Yaşanan çevre felaketlerinin kaynağının, insanoğlunun hırsları nedeniyle dünyayı ateşe vermesi olduğunun altını çiziyorlar. Bize “emanet” edilen dünyayı yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz. İnsan, dünyada imar, ihya, tahrip ve yok etme becerisini gösteren tek yaratıktır. İhya ederse “melekliğinden”, isyan ve tahrip ederse “şeytanlığındandır.” Son yıllarda şeytanlar, meleklerden daha çok çalışıyor.

İnsanoğlunun, dünyayı yok eden tahribat sürecini tamir etmeye yönelik ciddi çabası görünmüyor. Laf eden çok ama icraat yapan az. Herkes el birliği ile tabiata daha çok müdahalenin peşinde. O da sıcakla, depremle, selle karşılık veriyor. İnsanları uyarıyor ama nafile; uzaya, aya yolculuğa, batan gemileri ziyarete milyonlar harcayarak turist göndermeye devam ediyoruz ama insanlığı ve dünyanın yaşam enerji kaynaklarını yok eden süreçleri durduramıyoruz. Batmış Titanik gemisini görmeye giden altı kişi ölünce kıyamet koparıyoruz; yukarıda, denizin üstünde ölen gariban 600 kişiyi istatistik olarak değerlendiriyoruz.

Küresel ısınma mevzusundan, en çok pay düşen ülkelerin başında Türkiye geliyor. Sıcaklıkların artmasıyla beraber orman yangınları da çoğaldı. Uzmanlar, son 50 yılın en yüksek sıcaklıklarının ölçüldüğü günleri yaşadığımızı söylüyorlar. Avrupa üzerinden gelen sıcak dalgalar, hayatımızı olumsuz olarak etkilemeyi sürdürüyor. Daha önceki yıllarda, Avrupa’da yaşanan sıcaklar nedeniyle binlerce kişi hayatını kaybetti. Birçok yaşlı ve kimsesizin cenazesine sahip çıkan bile olmadı.

Milletimizin ve devletimizin en güzel vasfı, büyük felaketler karşısında büyük bir dayanışma göstermesidir. Son yaşanan asrın felaketi depremlerdeki dayanışma ve paylaşım göz yaşartan boyutta idi. Yaşanan sel felaketlerinde de devletin bütün kurumlarıyla seferber olması; üzerinde çok düşünülmesi, konuşulması ve araştırma yapılması gereken bir konudur. Ancak ilginç bir durum dikkatten de kaçmamalı. Çok kısa bir süre içinde yaşananları unutup hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bir tarafıyla iyi bir huy “geçmişe takılıp kalmıyoruz”; ancak ibret alarak tedbirli olmak gibi bir huyumuz da yok.

Kâinata, dünyaya, insana, çevreye dair o kadar kıymetli bilgilere ve hafızaya sahibiz ki saymakla bitmez. İnancımız ve kültürümüz; Fırat’ın kenarında abdest alıyorsan suyu idareli kullanmayı ve temizliğin imandan geldiğini söylese de bu ulvi değerlere ne kadar uyuyoruz. Çevreninin, hayvanların ve nebatatın hakkını hukukunu gözetmemiz gerektiğini biliriz ancak yaşadığımız yerler çöpten geçilmez.

Bilim adamlarının bütün uyarılarına rağmen dünyayı tahrip etmeye devam ediyoruz. Dünya da sanki bize selle, yangınla, depremle cevap veriyor. Adeta, “Siz tedbir almazsanız, ben sizi hizaya getireceğim; yaptığınız tahribatı acı reçetelerle size ödeteceğim. Kendi dengemi kendim bulacağım.” diyor.