Seçimlerin öncesi ve sonrası çok farklı sosyolojik, psikolojik ve ahlaki zeminlere sahne olur. Bu defa da aynı gerçekler zuhur etti; hatta üzerine ekleyerek zuhur etti.
İşin en önemli kısmı, seçimlerden zaferle çıkanların, seçimler öncesinde söylenen yalan ve iftiraların hesabını artık hakkıyla soramayacak olmasıdır. Neden mi? Cevabı gayet açık… Kazananın, kazanmış olmakla birlikte üzerine binen ağır sorumluluktur.
“Siyaseten yalan”ların sahipleri de bu gerçeğin farkındalar. İktidarın “herkesi kucaklama” hedefi, yeni çatışmaların önünü açmamaktan da geçiyor çünkü.
Dili çürütenlere, hakikatlere işkence yapanlara, umutları istismar edenlere verilen “en büyük cevap” elbette sandıktaki hezimettir. Fakat bu hezimeti de doğru okuyamayan bir muhalefete sahipseniz, dokuz defa yaşanan yenilgiye rağmen hâlâ “zafer” edasında olan liderlerle muhatapsanız bir komedi daha yaşanıyor orada; yaşanan hezimetin “ödül” olarak algılanması…
Kılıçdaroğlu’nun seçimlerden sonra yaptığı konuşmalara dair dokuzuncusunu değerlendirirken de hâlâ aynı cümleleri kuruyor olmak, çok garip ve üzücüdür hem kendi adıma hem de ülkem adına.
Yine diyorum ki, bu konuşmanın sahibi seçmenin mesajını ya algılayamamış ya da algılamak istememiş. Bu dil hâlâ, bir sonraki seçimlerde ki yenilgiye işaret ediyor.
Bu tespitim tam 9 defa isabet gösterdi. Bundan sonra ne gösterir bilemem ama çok büyük bir ihtimalle değişmeyecek; eğer Kılıçdaroğlu değişirse o başka tabi…
Neredeyse yüzde bir oyu olanların “biz kesin geliyoruz” çıkışlarının, bol keseden savurunca “millet inanacak” sananların, anket sonuçlarını sakladığını hatta manipüle ettiğini, “eğer gerçeği söyleseydim beni linç ederlerdi” diyerek itiraf edenlerin, önce-sonra çelişkileri daha çok tartışılmaya devam edecek…
İbadetlere, başörtüsüne, muhafazakâr dile sarılanların samimiyeti ise bu hale devam edip etmemelerine bağlı olarak sorgulanmalı elbette; her ne kadar öncesinde bunlara dair iz ve emareler pek olmasa da. Biz her şeye rağmen niyet okumayıp, davranışlar üzerinden bakacağız…
Bu ülkede yıllardır seçim meydanlarında ki “-mış gibi” haller konusunda, yeteri kadar “şerbetli” olduğumuz da bir vakıa.
Birileri: “Erdoğan neden 16 yıldır iktidarda, 9 defadır rakiplerini yeniyor?” sorusuna cevap arıyorsa işte cevap: “Açık sözlü, söylediğini yapan, babacan, karizmatik, dik duran, Avrupa ve ABD’ye karşı onurumuzu koruyan bir lider.” Bu laflar bana değil, Erdoğan’ı birinci turda zafere ulaştıranlara ait…
Demek oluyor ki bugünün liderleri, eski Türkiye’nin dilini bırakmak zorunda. Bugün para etmeyen tutarsız, kaynağı olmayan vaat kasırgası, onu estiren ağzın sahibini vuruyor önce. Hatta bu kasırga bazen sahibini bir daha seçmene sesini duyuramayacak kadar uzaklara savurabiliyor; 3 Kasım 2002 buna en büyük cevaptır…