Türkiye bir yandan Kahramanmaraş merkezli büyük depremlerin yaralarını sarmaya devam ederken diğer yandan da tarihinin en önemli seçimlerine hazırlanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan önceki gün depremden en çok etkilenen illerden Kahramanmaraş’ta 7353 konut ile 620 köy evinin temelini attı ve yıkılan her binayı yeniden inşa etme sözü verdi.

Depremzedeler için inşa edilecek kalıcı konutların bir yıl içinde tamamlanacağını ve hak sahiplerine teslim edileceğini söyledi.

Cumhur İttifakı’nın yaşanan büyük acı sebebiyle seçim kampanyasını sessiz bir şekilde yürütüp yaraları sarma ve felaketin izlerini silme çalışmalarına odaklanma kararı gayet isabetli.

Diğer tarafta ise oldukça ilginç gelişmeler yaşanıyor.

Cumhurbaşkanlığı için aday göstermeyeceğini açıklayan HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararıyla birlikte Altılı Masa’nın gizli ortağı tamamen açığa çıkmış oldu.

CHP Genel Başkanı’nın adaylığını destekleyenlere bakınca bölücü terör örgütü PKK’dan FETÖ’ye, marjinal sol partilerden Milli Görüş’ün temsilcisi olduğunu iddia eden Saadet Partisi’ne ve milliyetçi olduğunu iddia eden İyi Parti’ye, uzun yıllar AK Parti çatısı altında siyaset yaptıktan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından en üst düzey görevlere atandıktan sonra ayrılıp kendi partilerini kuranlara kadar çok farklı çizgilerden gayri mütecanis bir koalisyon görülüyor.

Doğal olarak da insanın aklına “Bütün bu benzemezleri hangi güç bir araya getirdi?” sorusu geliyor.

Çünkü şu anki tabloyu sadece muhalif cephenin görünen bileşenlerinin Erdoğan’ı devirme arzusuyla izah etmek mümkün değil.

Daha düne kadar yatıp kalkıp İstanbul Sözleşmesi sebebiyle hükümeti eleştirenler müttefiklerinin seçimi kazanmaları halinde sözleşmeyi yeniden uygulayacaklarına dair açıklamaları karşısında üç maymunu oynuyorlar.

Hiçbir gücün PKK’yı terör örgütü kabul etmeyen HDP’yle kendilerini yan yana getiremeyeceğini söyleyerek atıp tutanlar Kılıçdaroğlu’nun HDP’yle yaptığı pazarlık ve HDP’lilerin seçimlerden sonra terör örgütü elebaşının serbest bırakılacağı yönündeki vaatlerini duymamış numarası yapıyorlar.

O cenahtan öyle açıklamalar geliyor ki, “Bu kadar da olmaz” derken savrulmanın sonunun olmadığını gösteren çok daha kötülerini işitiyoruz.

“Siz bu insanlarla nasıl bir arada olabiliyorsunuz?” diye sormanın ya da “Allah’tan da mı korkmuyorsunuz? Nasıl böyle söyleyebilirsiniz?” şeklinde sitem etmenin bir yararı da olmuyor.

İçine düştükleri çukurun farkına varıp belki biraz utanırlar, “Ne yapıyoruz biz, yahu?” diye düşünür de akılları başlarına gelir sanıyorsunuz ama boşuna.

Haklı olduklarına kendilerini o kadar inandırmışlar ki her hâlükârda savruluşlarına bir bahane buluyorlar.

Haksızlığa uğradıklarını öne sürüp nihayetinde terör örgütü yandaşlarıyla aynı cephede yer almalarından dahi sizi sorumlu tutabiliyorlar.

Yanlış yerde durduklarını ve yanlış yaptıklarını asla kabul etmeyip bin türlü asılsız gerekçe ileri sürüyorlar.

Oysa kiminin savruluşunun gerçek sebebi haset, kiminin ki kibir ya da kişisel çıkar.

Yapabilecek pek bir şey yok.

Erdoğan tarafından yönetilen Türkiye’de insanların 28 Şubat dönemindekinden çok zulüm gördüğünü iddia eden birine ne anlatabilirsin ki?

Allah’a havale edip ıslah olmaları için dua edeceğiz.