Türkiye gerek 3 yıl önce Suriye tarafından iki uçağımızın düşürüldüğü dönemde ve gerekse hava sahamızın sayısız kez Rus savaş uçaklarınca ihlal edilmesi nedeniyle uçaklarını düşürmemiz ardından kurucu üyesi olduğu NATO ve Batılı müttefiklerinin yeterince açık, güçlü ve güven verici desteğini görememiştir. Batılı ”dostlar” aynı zamanda NATO hava sahasını sadece Türkiye hava sahası ve sorunu kendi başına Türkiye ve Rusya arası bir mesele olarak gördüklerini açıkça olmasa da satır aralarında vurgulamakta mahzur görmemişlerdir. Tüm bunlarla birlikte Türkiye’de demokratik yöntemlerle işbaşına gelmiş liderliğin, halkının taleplerine kulak vererek bölgesel konularda etkin ve cesaretli adımlar atıyor olması ve coğrafyadaki sorunların çözümüne dair haklı ve insani tezlerini uluslararası toplum nezdinde yüksek perdeden dillendirmesi Batılı güçleri açığa düşürmesi açısından ciddi rahatsızlıklara neden olmaktaydı. Uzunca zamandır her alanda güçlenmekte olan Türkiye’den duydukları kaygılar en nihayetinde bu ”dost ve müttefiklerimizi” yerli taşeronlarıyla birlikte yaratmaya çalıştıkları heyula; diktatör, zalim, insafsız ve nefret edilesi bir Erdoğan imajı üzerinden çeşitli aşağılık operasyonlar yapmaya itmiştir. En son 15 Temmuz gecesi yaşamak durumunda kaldığımız alçak ve onursuz kanlı darbe girişiminin üzerinde ”müttefiklerin” pis parmaklarının kanlı izleri bizlere pis bir şekilde sırıtarak bakmaktadır, tıpkı Gezi ve 17/25 girişimlerinde olduğu gibi.
Batı’nın bugünlerde Türkiye-Rusya ilişkilerine dikkat kesilmesi şaşılacak bir durum değildir. Birkaç yüzyıldır Türkiye politikalarını Batı ve Rusya arasındaki hegomonik rekabeti dayalı sürdürmek durumunda kalıyor. Özellikle geçtiğimiz yüzyıl siyasi tarihini incelediğimizde, bunun bazı dönemlerde ne denli belirgin bir hal aldığını görmemiz mümkündür. Şimdi söz konusu sinsi operasyonlar nedeniyle kimse Türkiye’nin Batı’dan tamamen kopup, Rusya ile can ciğer kuzu sarma, muhteşem ve vazgeçilmez bir müttefik olmasını beklemesin. Böyle git geller “Bizim gibi şanlı bir tarihe sahip bir millete yakışıyor mu” düşüncesiyle canını sıkmasın. Tüm devletlerin tarihinde vardır böylesi haller ve büyük ve güçlü bir ülke olmak yolunda yaşanabilir süreçlerdir bunlar. Kaldı ki Türkiye’nin jeopolitiği nedeniyle kullanmak zorunda olduğu en etkili dış politika manivelalarından biridir bu tarihsel rekabet. Esas olan, ülke ve millet olarak kilitlendiğin hedeflerden, ideallerinden sapmamak ve bu aşamaları eksiklerini giderip çok daha güçlü olabilmenin vesilesi kılabilmektir, tabii neden güçlenmek zorunda olduğunu unutmadan.
Bugün kendi başımıza çözmeye gücümüz yetmediği için karnımıza ağrılar sokan sorunlar, bir de bakmışsınız kısa bir süre sonra ve hiç ummadığımız şekilde tam anlamıyla lehimize olarak çözümlenmiş olacaktır. İster bağımsızlık, ister güç, asla mutlaklığından söz edilebilecek kavramlar değildir. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmemizden önce de böyle değildi, şimdi ve yarında… Şimdilik ihtiyacını duyduğumuz şey, milletimizin ve Ortadoğu coğrafyanın barış, huzur ve güvenini sağlayabilecek yeterlilikte ekonomik ve caydırıcı nitelikte askeri-istihbari güce, en önemlisi başta İslam coğrafyası olmak üzere tüm dünyanın mazlum ve haktan yan olan toplumları nezdindeki güvenilirliğimizi muhafaza edip daha da pekiştirmemizdir. Ülkemize vaziyet eden demokratik siyaset bu uluslararası dengeleri sağlayıp güçlü ve reel gelecek projeksiyonları çizerken, bizlerin de tam bir seferberlik ruhuyla gece gündüz demeksizin Türkiye’mizin her alanda güçlenmesi adına elimizden gelenin fazlasını yapmamız gerekmektedir. Dış politikadaki mecburiyetlerden kurtulabilmek istiyorsak, çok daha güçlenip tarihsel bağdaşıklarımızla kendi ittifaklarımıza kurabileceğimiz ve bölgesel sorunları çözmek konusunda tam anlamıyla inisiyatif almaktan çekinmeyecek bir seviyeye ulaşmamız elzemdir. Bu bir tercih değil, bilakis istiklal ve istikbalimiz adına tam anlamıyla bir zarurettir. Çünkü bu, bir milletin tarih sahnesinde kalıp kalmayacağı meselesidir ve yaşadıklarımız yeniden”dirilişin ” kimi zaman çok acıtan, bazen aşırı yoran, ancak asla yılgınlık ve zaafiyete tahammülü olmayan kutlu yoludur.
Kanlarıyla, canlarıyla, tüm benlikleriyle, umut ve hayalleriyle bu yola baş koyan aziz kahramanlara selam olsun!..
Esen kalın…