Dünyadaki denge, Batı’nın alıştığı ve insanları sürekli olarak ritmini kabul etmeye zorladığı adalet fikrinden evrilip “ Yeni dünya düzenine’ dönüşüyor.

Bir buçuk yıldan fazla bir süre önce Rusya, Ukrayna'ya girdi ve savaş; belirsiz bir geleceğe doğru ilerliyor. Milyonlarca insan yerinden oldu, binlerce kişi öldü ve dünya ekonomisi artan enflasyon ile resesyon tehdidini artık daha keskin fark ediyor; yüksek enerji ve gıda maliyetleri hepimizi etkiliyor. Bazılarının Rusya ordusu için basit ve kesin bir zafer olarak tahmin ettiği şey, ABD ve NATO'nun silahlarına sarıldığı ve Ukrayna'nın direniş çabalarının ardındaki yaptırımlarla sert bir savaşa dönüştü. Batılı güçlerin Rusya'ya karşı birleşik bir cephe olacağı fikriyle pek çok ülkenin kenarda beklemeyi seçmesi ve dünyanın başka bir küresel süper güç olan Çin’in sessiz yükselişini izlemesi; bu savaşın en belirleyici arterleri olmaya devam ediyor.

Geçen yıl savaş patlak verdiğinde, analist David Hearst, bunun siyasette bir dönüm noktası olduğunu tahmin etmişti. Haklı çıktı.

‘Yine bir dönüm noktasındayız. Kısmen NATO, ABD ve Avrupa, bunun tam tersini söyleyecektir.’ diyor Hearst; ancak İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya girmeye çalışmasıyla Batı Atlantisizmi’nin beklenmedik şekilde yeniden canlandığını gördük. Yani görünen köyün kılavuz istemediği gerçeği karşımızda duruyor.

Krizde masadaki İngiltere’nin yıldızı sönerken; Türkiye, konumlandığı kritik ve kilit rolle birlikte ittifakta gün geçtikçe parladı. Özellikle Tahıl Koridoru Anlaşması’nda üstlendiği diplomasi trafiği ve taraflar arası esir değişimine yönelik ara buluculuk görüşmelerinin Ankara’da yapılıyor olması, Türkiye’nin hem NATO’da hem de jeopolitik güç dengesinde yadsınamaz önemini daha da perçinledi. Türk Dışişlerinin mekik diplomasisindeki başarısı ve bu konjonktürel etkisi, global hegemonyada “karar verici” rol oynayan ülkelerden İngiltere’nin krize yönelik dış ilişkiler hamlelerinde görülmedi. Çatışma alanına yakın konumuyla bölgesel denge stratejilerini iyi okuyan Türkiye’nin Dışişlerine kıyasla, aynı masada oturan Birleşik Krallık diplomatları, krizi bir kriket maçı tekniğiyle okumaktan ileri geçemedi.

Öte yandan mevcut savaş alanında tam olarak ne olduğunu değerlendirmek oldukça zor; zira tarafların propaganda çılgınlığı devam ediyor. Ukrayna birliklerinin ilerleyişinden bahsedilen haberlerin hemen ardından Rusya’nın karşı demeçleri geliyor. Ukrayna tehdidi devam ederse, nükleer silah kullanmaktan çekinmeyeceğini belirten Rus tarafının bu sözlerini, bir propaganda blöfü olarak okumak safdillik olur.

Rusya’nın gücünü göz önünde tutanlar, bu işi çok uzattığını söylüyor. Ancak Rus ruletinde her hamlenin kendi zaman çizelgesi vardır. Dost-düşman kim; kim destek kim köstek oluyor, şartlar değiştikçe taraf değiştiren olur mu, yılların müttefiki hakikaten ittifak ediyor mu? Putin’in bu cevapları almak için kontrollü bir ilerleyiş sergilediğini savunanlar da haksız sayılmaz.

Ukrayna’nın ödünç misketlerine karşı Rusların nükleerleri; bu savaşı daha da çetrefilli hâle sokar mı? Kesinlikle evet. İnsanlık, çetrefilden öte bir kaos yüzyılına uyanır.

Burada ittifakın ve Batılı politika yapıcıların, işin vahametini artırmak yerine suhuleti ve barışı ikame edecek bir sağduyuya tarafları ikna etmesi şart. Ortada insanların canlarına, yurtlarına ve dünya genelinde istikrara, güvenliğe ve barışa mâl olan bir savaş var. Şimdi Batı için masada hamleden çok, şapkaları öne koyup düşünme zamanı. Neticede her blöf, iki ihtimale dayanır. Rusya, ya dediğini yaparsa?