Tarım ve gıda ürünlerinin üretimi, küresel gıda kodekslerinin sözde standartlarıyla her geçen gün bozuluyor.

Gıda endüstrisinde gelişen teknolojiye ters orantılı bir yapılanma var. Üretimi artırma hırsıyla olmadık hilelere başvuruluyor.

Food Inc. isimli belgeseli izlediniz mi bilmiyorum. İzlemeyenler için şiddetle öneririm.

Gıda endüstrisinde yaşananlar insanlık adına ciddi endişeleri beraberinde getiriyor.

GDO’lu mısır, soya, iğneyle şişirilen ve henüz civcivken üzerindeki yükü taşıyamayarak telef olan tavuklar, pislik içerisindeki besi çiftlikleri…

Buralardan elde edilen ürünler dünyanın bir çok bölgesine dağılmakta.

ABD’den İspanya’ya, İtalya’dan Latin ülkelerine kadar uzanan coğrafyada, sadece ‘daha çok kazanmak’ adına yapılan vahşet, tüyleri ürpertecek cinsten.

İnsan, “Rezalet mi lezzet mi?” sorusunu sormadan edemiyor!

Bu belgeseli izledikten sonra, market raflarının arasında daha dikkatli gezineceğinize eminim. Raflarda yer alan bir çok ürünün muhteviyatında mikro ejderhalar olarak tabir edeceğimiz korkunç değişimler söz konusu.

Soya ihtiyacının karşılanması için küresel şirketlerin tarım arazilerinde, hatta orman arazilerinde gerçekleştirdikleri tahribat, yıkım ve kimyasal zehirlemenin izahı mümkün değildir.

Küresel tarım şirketleri dünyanın beslenmesi için vazgeçilmez değildir. Sadece sözüm ona sosyal sorumluluk projeleriyle toplumları korkutuyor, reklam kuşaklarıyla da insanları esir ediyorlar.

Bir çeşit hipnoz!

Zira, ‘daha çok ürün’ için yapılan bunca kıyım, daha az emekle/tohumla daha fazla verim faciası, kullanılan GDO teknolojisiyle birleşince insanlığın nasıl tehlikeli bir maceraya sürüklendiğini gözler önüne seriyor.

İinsan sağlığı ve sağlıklı beslenmenin, devletlerin güvencesinde olduğu gerçeğini hatırlatmak istedim.

Değilse, bu gibi küresel tarım devlerinin amaçlarının açlıkla mücadele olmadığını, hep ‘daha fazla kazanma’ hırsıyla dünyayı talan ettiklerini hatırlatmakta yarar var.

Türkiye’nin gelecek dönemine yön verecek tarım ve gıda yöneticileri, tarım ve gıda politikalarını belirlerken yerli olan “tohum ve toprak kültürü“ hassasiyetine dikkat etmek durumundalar.

Salt daha çok verim endişesiyle küresel sömürgecilerin ağına düşülmemeli, insan sağlığı merkezli bir geliştirme ve üretim modeli benimsenmelidir.

Yapılacak iş çok basit aslında.

İşe helal-haram bilinciyle başlanmalı ve doğru siyasi yaklaşımla da bu başlangıç taçlandırılmalı.

Emanet ve ehliyet hassasiyetiyle adanmış, eğitimli, inanmış ve çalışkan bürokratlar atanmalı.

Küresel ilaç endüstrisinin tarım sektörüne olan hâkimiyeti kırılmalı.

Yerli çiftçi, zararlı sözde tarım ilaçları ve ilaç kalıntıları konusunda iyi eğitilmeli.

Toprak analizleri daha kolay ulaşılabilir ve uygulanabilir hâle getirilmeli.

Tarımsal destekler; hibe ve krediler iyi takip edilmeli, ürün ve verimlilik anlamında geri dönüşler rapor edilmeli.

Denetim mekanizması çok sağlıklı çalıştırılmalı.

Tarım stratejisini üretemeyen milletlerin geleceği karanlıktır.

Bunu sakın unutmayalım!