İran Cumhurbaşkanı Reisi ve beraberindeki heyettekiler, helikopterlerinin düşmesi sonucu hayatlarını kaybettiler.
Bu olayın gerçekte ihmale dayalı bir kaza sonucu mu yoksa bir sabotaj sonucu mu gerçekleştiğini büyük ihtimalle asla öğrenemeyeceğiz.
Zira İran rejimi cevabı bilse bile günün sonunda hangi senaryo çıkarlarına uygunsa o hikâyeyi kamuoyuyla paylaşacak.
Olay sonrası üç senaryo ön plana çıkıyor ve bu üç senaryoyu da destekleyen bazı bilgiler var.
Birinci senaryo, bunun ihmale ve teknik hatalara dayalı bir kaza sonucu gerçekleştiğine dayanıyor. Yıllardır Batı’nın ambargolarına maruz kalan İran’ın havacılık konusundaki kötü karnesini bilenler açısından bu senaryo gayet rasyonel gözüküyor.
İkinci senaryo ise Reisi’nin İran içerisindeki güç ve iktidar kavgasına kurban gittiğini öngörüyor. Buna göre 85 yaşındaki Hamaney sonrasında dinî liderlik için adı geçen Reisi’nin bir helikopter kazasında hayatını kaybetmesi oldukça şüpheli.
Hamaney sonrası için ismi geçenler arasında Hamaney’in oğlu Müçteba Hamaney’in de olması bu şüpheleri güçlendiriyor.
Diğer taraftan İran Cumhurbaşkanı’nın teknik olarak yetersiz bir helikopterle seyahat ettirilmiş olması ve kaza sonrasında İran medyasında yayılan yalan haberler, bu durumu daha da şüpheli hâle getiriyor.
İran makamlarının altı saat boyunca Cumhurbaşkanı’nın helikopterinin yerini tespit edememesi de oldukça şüpheli.
Hatta İran devletinin bu konuda imajını sarsacağını bilmesine rağmen Türkiye’den yardım istemesi bile şüpheli. Zira bu yardım kendi kamuoyuna “bakın; biz bulamadık, dışarıdan yardım istemek zorunda kaldık” mesajı vermek için kullanılmış bile olabilir.
İran gibi bir devletin kendi Cumhurbaşkanı’nı bulma konusunda Türkiye’den yardım istemesinin ne kadar sıra dışı bir olay olduğunu anlatmamıza gerek yok sanırım.
Olay ile ilgili üçüncü senaryo ise ister istemez İsrail’i işaret ediyor. Zira İran ile İsrail arasındaki gerilim herkesin malumu. Daha bundan bir ay önce, iki taraf arasında bir savaşın eşiğinden dönüldü. Gazze’de askerî, siyasi ve stratejik bir başarı ortaya koyamayan ve uluslararası kamuoyunda köşeye sıkışan Netanyahu yönetiminin, savaşı bölgeye yayma gibi bir hesabının olduğunu herkes biliyor. Diğer taraftan İsrail’in, başından beri 7 Ekim saldırısından İran’ı sorumlu tuttuğunu da biliyoruz.
Dolayısıyla her üç senaryoya da inanmamız için yeterli sebep var ama günün sonunda İran rejiminin ne içeriden ne de dışarıdan suikast iddialarını kabul etmesini beklememek lazım.
Zira içeriden suikast iddiaları İran’da ciddi bir istikrarsızlığa neden olur; İsrail kaynaklı bir suikast ise mecburen bir savaş sebebidir.
Bu nedenlerden dolayı İran rejimi büyük ihtimalle bunun bir kaza sonucu olduğunu duyuracak.
Önümüzdeki aylarda yaşanacak olan gelişmeler bize büyük ihtimalle bu üç senaryodan hangisinin daha doğru olduğuna işaret edecek.
Bundan dolayı önümüzdeki aylarda herkes İran’ı yakından takip edecek.