Birçok milletvekili arkadaşım gibi ben de 23 Haziran İstanbul Seçimleri’nde adayımız Binali Yıldırım Bey’e destek sağlamak adına İstanbul’daydım.
Kadıköy’de diş polikliniği açan bir hemşehrimizin daveti üzerine açılışa iştirak ettim. Çok geniş olmayan poliklinikte hem davetli sayısının fazla olması hem de o günlerde nem oranının çok yüksek seviyelerde seyretmesi nedeniyle hararet bunaltıyordu.
Açılışa benim dışımda farklı illerden katılan milletvekilleri de oldu. Açılışın ardından milletvekillerinin ayrılmasıyla birlikte yanıma oturan orta yaşlı bir davetli “Sayın vekilim AKP milletvekili olmadığınıza o kadar sevindim ki.” dedi.
Belli ki beni AK Parti dışında bir partinin milletvekili sanmıştı. “Hayırdır neden?” diye sorduğumda “Bu AKP’liler kepaze.” dedi.
Kendisini utandırmamak adına “Öyle deme! HDP’li de olsa, MHP’li de olsa, CHP’li, İyi Partili, AKP’li de olsa içinde iyilerin olduğu gibi kötüler, kötülerin olduğu gibi iyiler de var.” diyerek alttan almaya çalıştım.
Patavatsız davetli eleştiri sınırlarını aşan özensiz kelimelerle freni boşalmış beton mikseri misali yokuş aşağı hakaretlerine devam etti.
O üzerime geldikçe ben daha da alttan alıyor, bir AK Parti milletvekili olduğumu öğrendiğinde yaşayacağı mahcubiyeti düşündükçe adeta ben mahcup oluyordum.
Tebessüm ederek “Sizi anlıyorum ama ne olursa olsun asla vazgeçmememiz gereken bir husus varsa o da birbirimizi amasız, eğersiz, koşulsuz sevmek olmalı. Ben Anadolu’da doğmuş büyümüş her bir insanı, ister Kürt olsun ister Türk ve Arap, ister Alevi olsun ister Sünni, hatta ister Hıristiyan olsun ister Müslüman insanları seviyorum.” dedim.
Bizi sevmemekte ısrarcı davetli “Ben de tüm bu saydıklarınızı seviyorum ama AKP’lileri değil.” dedi.
Günah benden gitmişti.
“Sizden çok özür diliyorum ama ben bir AK Parti milletvekiliyim” dedim.
“Eyvaaahhhh desene baltayı taşa vurdum.” dedikten sonra ardı ardına özürler dilemeye başladı. (Bu arada o balta ben ise taş oldum) Zaten sıcak ve nemli olan havayla beraber hakaretlerinin üzerine onur duyduğum AK Parti milletvekili olduğumu öğrenmenin de şokuyla vücudundaki tüm suları bir anda dışarı attı. Şıpır şıpır terliyordu.
“Özür dilemeyin ve mahcup olmayın lütfen!” dedim. “Ben sizden özür diliyorum. Biz size ulaşıp AK Parti gerçeğini anlatamamışız. Biz size, gönlünüze dokunamamışız. Şuur altınıza gerçek AK Parti’yi sunamamışız. Bu sebeplerle ben sizden özür diliyorum.” deyince mahcubiyeti daha da arttı.
İncitmek kolay, incitmemek zor olandı o an. Söylediklerinden incinmemek ise çok daha zor olanıydı. Nefsime teslim ve mağlup olmamalıydım. O kendine yakışanı yapmış ise ben de kendime yakışanı yaparak şuur altındaki menfi AK Parti algısını sorgular hale getirmeliydim. Ona karşılık verirsem bizle ilgili menfi algısını daha da pekiştirip, nefrete dönüştürüp, düşmanlaştırmış olacaktım. Bunun da ne bana ne de temsil etmekten her zaman onur duyduğum AK Partime bir yararı olmayacaktı.
Karşımdaki firavun dahi olsa yumuşak bir dil kullanmalıydım. Ola ki kalbi yumuşardı. Böyle emrolunmuştum…
Patavatsız kazazedemle sarılarak ve birbirimize telefon numaralarımızı vererek ayrıldık.
Türk toplumu aşırı politize olmuş durumda ve politize sınırları, kutuplaşma ve nefret sınırlarına evrilme aşamasında.
Kamuoyu şuur altında iklimlenen ve pompalanan korkunç bir AK Parti nefreti var. İnsanlar amasız, eğersiz ve koşulsuz sevmek yerine amasız, eğersiz, koşulsuz ve sebepsiz nefret ediyor.
AK Parti, önündeki 4 yılı hem ekonomik hem de sosyal inşa süreci ilan ederek politizasyon ve kutuplaşma dozlarını en alt seviyeye çekme noktasında çaba harcamalıdır.