Zeytin Dağı’ndan Harem-i Şerif’i izlerken yeryüzünün en kutsal beldelerinden birinin havasını soluduğumun fazlasıyla farkındaydım. Tel Aviv’de rıhtıma sıfır Mescid-i Bahr’ı karşıma alıp Akdeniz üzerinde batmakta olan güneşi izlemenin acısı yüreğimin duvarlarına asılı, eskilerden kalma hüzün yüklü bir tablo gibi durur hala.
Her sokağı, her bir taşı, buram buram İslam kokan Kudüs’ü adımlarken kendimi çile yolculuğuna çıkmış, saçı başı kum, toz içinde, üstü başı yırtık, mahzun, bir o kadar da mütevekkil bir derviş gibi hissettiğimi hatırlıyorum…
Ve üzerinde yürümekten hayâ ettiğim, basmak yerine sarılmak, kucaklamak ve asırlardır aradığı mahbubuna kavuşmuş bir âşık gibi gözyaşlarımı akıtmak istediğim ilk kıblem, onurum, Harem-i Şerifim.
Yeryüzünde yaşadığım, havasını teneffüs ettiğim hiç bir şehir Kudüs kadar mahzun, Kudüs kadar çileli ama bir o kadar da mağrur ve mütevekkil hissettirmedi kendini.
2008 yılının mübarek bir cumasında ilk kıblem Mescid-i Aksa’dan Beytullah’a dönüp bir dua gibi duvarlarına, avlu taşlarına, tozuna-toprağına dokunarak buluştuğum Harem-i Şerif’e şu yakarışta bulunmuştum:
Ey Kudüs! Tarihin hiçbir döneminde Selahaddin-i Eyyubi bugünkü kadar özlenmedi. Ey Kudüs, gözleri ufukta, yıllar önce sefere gönderdiği oğlunu umutla bekleyen bir ana gibi Selahaddin-i Eyyubi’sini bekleyen Kudüs… Ümmetin kanayan yarası, izzetti ve umudu Kudüs…
Bil ki, duçar olduğun kutsal çile, içimizde kahredici zaferler iklimlemekte… Ve ey Mescid’i Aksa, mübarek avluna düşen her bir damla ümmet kanı, yüreğimizde püsküren bir volkan bugün…
Allah’ın vaadi hak ve mutlaktır. Sen ki, Mü’minlerin kalbisin ey Mescid-i Aksa!. Her biri Kudüs’ün o ihtişamlı 7 ayrı kapısından girecek olan İslam Orduları, damarlardan kalbe akan kan gibi sokaklarından akarak avlunda buluşup, secdeye kapanacaklar.
Yeryüzünün doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine coğrafyası ne olursa olsun her bir Mü’minin yüreğinde sabır sabır büyüyen, yumruk yumruk sertleşen, şehit şehit kenetlenen vaat edilmiş bir zafersin sen ey Kudüs…
Sen ki, üzerine şiirler yazılıp zafer marşları okunmuş, fethine yeminler edilmiş bir medinet’üs-selam ve belde-i ihtiramsın… Yüzyıllardır bağrına basıp koruduğun mabetlerinle seni, o büyük ve yiğit halife Hz. Ömer günlerindeki hoşgörü yüzyılına döndürmek, ümmetin Rabbe verilmiş sözüdür.
Ey ilk yönelişim. Ümmetin ruhlarını şeytana satmış, köleleştirilip diz çöktürülmüş, mütekebbir ve müptezel liderleri sana sırt çevirmiş olsalar da, her kuşluk vaktinde gözyaşlarına boğulup seni dileyen Selahaddin yürekli liderler artık yeryüzünde…
Bizi affet ey Kudüs, ey Mescid-i Aksa ve sen ey Kubbetüssahra. Zillete düşüp vuslatlarınızı geciktirdiğimiz, peygamberlerin mübarek ayakları ile şereflendirdikleri mübarek avlularınızı zalim postalları ile kirlettiğimiz için bizden Huzur-u İlahi’de davacı olmayın.
Bizler Allah’ın ipi yerine zalimlerin ipine tutunduk. Mağdur olduk, mağlup olduk, mahzun olduk.
Tutunduğumuz son ruh sensin ey Mescid-i Aksa. Biz seni terk ettik, sen bizi terk etme! Orada, Türkiye’de yürekleri sen için çarpan yeni bir gençlik, yeni bir millet, sana meftun bir ümmet doğuyor…
Ümmetin anneleri Keşmir’den Bosna’ya her bir ümmet coğrafyasında gözyaşları içinde. Ve o kutsal çile gözyaşları fetih umutlarımızı besliyor, gürbüz liderler büyütüyor.
Sana döneceğiz ey Kudüs! Mekke’ye döner gibi döneceğiz. Uzun bir seferin ardından özlediğimiz analarımıza, kadınlarımıza, çocuklarımıza döner gibi dönüp onlara sarılır gibi sarılacağız Mescid-i Aksa’na, Kubbet-üs-Sahra’na…
Bekle bizi ey Kudüs… Anaların oğullarını, limanların gemilerini, ormanların yağmurlarını beklediği gibi bekle bizi. Allah’a andolsun döneceğiz…