Öyle zannediyorum ki bugün sadece uluslararası politikalar değil, ulusal politikaların anlaşılabilmesi de işin “oyun” tarafının net olarak anlaşılabilmesine bağlı. Bu geçmişte de “oyun”ların olmadığı anlamına gelmemeli elbette. Ama bu denli sofistike olmadığı da bir vakıa…
Bugün dünyada oynanan “oyun”larda ya “kurucu” ya da “bozucu” olmak bir irade göstergesidir. Fakat her ikisinde de rol alamayanlar -farkında olsun ya da olmasın- sadece birer piyondur. En “başarılı oyun” ise kurucularının ya da bozucularının dışında, sahneye sürülene kadar kimsenin fark etmedikleridir.
Bu “oyun”ların sonuçlarının son derece gerçek olduğunu mutlaka hatırlatmak durumundayız. Geride bıraktıkları ölüm ya da gözyaşı, sefalet birer hakikat olarak insanlığın bağrında düğümlenmiş durumdadır.
Oynanan küresel ölçekli oyunun milyonlarca mağduru var. Küresel oyun kurucular, yaklaşık 200 yıldır güçlü bir “oyun bozucu” ile karşılaşmadılar. Batı tek taraflı olarak kendi oyununu kurdu ve oynadı…
Oyun kurucu olan Batı, her defasında kurduğu oyuna “meşru” görüntüsü vermek için de bir “düş-man” üretti. Bu düşman suni bir düşmandı üstelik. Bir dönem Rusya hedefe kondu ve küresel çıkarlar bunun üzerinden savunuldu. Bu savunma da Türkiye bir “cephe ülke” olarak ABD’nin istediği şekilde konfigüre oldu. Çünkü komünizm Avrupa’ya yayılabilirdi.
Üstelik komünizmin en önemli fikir babalarını yetiştiren sanki Avrupa değilmiş gibi. Kimi kimin yayılmasından “koruyordu/korkuyorduk” acaba. Sonra bir dönemde el-Kaide üzerinden Afganistan aynı hedefe oturtuldu. 11 Eylül saldırısı ve onun üzerinden yürüyen “korku” imparatorluğu.
Şimdi ise hedefte İran var. Fakat bu defa Türkiye Batı’ya karşı oyun bozucu konumunda. O sebeple ABD bölgede oyunu kumanda edebilmek için yeni aktörleri sürece dâhil etmiş durumda.
İslâm coğrafyasını ve tabi ki ona bağlı olarak bölgenin zenginlikleri konsolide etmek isteyen Batı, pek çok yol denedi. Bu yollardan bazıları terör örgütleriyle simbiyotik ilişkileri dahi içeriyor. Fakat bir yandan da Birleşik Arap Emirlikler (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır eksenli ve devletlerarası bir oyun sahnede.
İsrail tarafından “cesaret”le atılıyor görüntüsü veren pervasız adımların arkasında da işte bu çirkin ve içeriden işbirlikçilerin dâhil olduğu bir oyun var.
Burada bir ayrıntıya dikkati çekmek zorundayız. ABD ile ittifak yapan Arap yönetimleri, hiçbir şeyin farkında olmayan, tamamen oyuna getirilmiş birer nesne konumunda mıdırlar? Asla böyle olduğunu düşünmüyorum.
Aksine bunun, kendi yayılmacı emellerine de hizmet edeceği düşüncesiyle bir “güçlü”nün yanında yer alma hevesidir aynı zamanda. Bu hevestir ki içinde bulunulan ihanetin üstünü örtüyor, hatta onu daha da şehvetli hale getiren bir gerçeği simgeliyor.
Afrika’da, Asya’da, Balkanlar’da hatta Türkiye içerisinde zemin bulmaya çalışan selefi-vehhabi akımların durumu bu yayılmacılığı çok net olarak gösteriyor.
Bu gerçek oyunu görmeden, işi sadece bir “ABD oyunu” olarak okumak, fotoğrafın eksik tahlili anlamına gelecektir.
Yayılmak isteyen her hasta edici virüs gibi, toplumu zehirlemek isteyen her ideoloji de, onu zahmetsizce ulaşmak istediği yere götürecek bir taşıyıcıya ihtiyaç duyar; sindirilmişi zahmetsizce elde etmek isteyen bir parazit gibi.
Bu durumda taşıyan mı yoksa taşınan mı karlıdır?
Batı yıllardır kendi çıkarı için sırtında birçok “virüs” taşıdı. Bu virüsler ABD’nin gözünü diktiği devletleri hasta edecek o da buraları kolayca ya zapt edecek ya da köle haline getirecekti.
Bazı yerlerde başarıldı bu. Fakat Türkiye için 40 yıldır sırtında taşıdığı FETÖ virüsü, hamdolsun bizi hasta edemeden “diriliş aşısıyla” imha edildi; hiç zararı olmadı diyemesek de. Hâlâ içimizde yaşamaya çalışan kırıntıları da öyle görülüyor ki 24 Haziran ile son umutlarını kaybettiler.
Bunu nereden mi anlıyorum? Son günlerde yasa dışı yollarla yurtdışına kaçmak isteyen onlarca kişi yakalandı. Yani,“bu mikrop artık bu bünyede yaşayamaz” diyorlar kısaca…
Ahlaksız oyunlara karşı koymak için güçlü bir oyun bozucu olmaya yetmez ahlaklı bir oyun kurucu olmak için de derin bir ilme sahip olmak zorundayız…