Türkiye gündemi, İstanbul seçimlerini tartışırken dünyada dış politika ve ekonomik gündem oldukça sıcak. Olaylar zinciri, dönüm noktası oluşturan gelişmelere gebe… Kuzey Yarım Küre’de yükselen ırkçılık ve yabancı düşmanlığının, tarihi hesap ve defterleri karıştırmanın dünya çapında gün geçtikçe tırmanan gerilime su taşıdığı kesin… Bunun da devletlerin dış politikalarına daha fazla yansıyan yeni gerilim alanları oluşturması kaçınılmaz.

Geçmiş dönemlerde kendi sınırları içerisinde, barış temelinde ülkelerinin yapılanması söylem ve icraatını geliştiren ülkeler, geçtiğimiz dört beş yıl içerisinde iç ve dış politikalarında umulmadık agresif politikalarla daha görünür hale gelmeye başladılar. Daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi Birinci ve İkinci Dünya savaşları öncesi ve sonrasında ülkelerin ikişer kez bloklaşmasını ve sanki dünya yeniden kurulacakmış ve dağıtım yapılacakmış gibi bir telaş yaşanıyor. Tercihler aleni şekilde ortaya konuluyor.

Mesnetsiz liderlik iddiaları olan Mısır ve Suudi Arabistan, kullanılmaya müsait iki bariyer olarak yakın coğrafyamızda birdenbire daha görünür kılındılar. İki diktatör rejim, sınırları dışında aktif olmak için her işe müdahil olmaya kalkışıyor. İran’ı anlatmaya bile gerek yok.

Geçmişte sosyalist Arap devletlerinin Yunanistan’la ve Kıbrıs Rum Kesimi’yle ilişkilerinde çekincesiz bir tercihle Türkiye karşısında konumlanmaları şaşırtıcı değildi. Bugün ise Mısırdaki darbeci yönetim ile Suudi hanedanlığı ekseninde öbeklenen kabile devletleri, olağan güçlerinin ötesinde, küresel güçlerin çıkarlarına uygun şekilde bir finansörlüğü ya zorlanarak veya gönüllü olarak üstleniyorlar.

Suriye krizinde yaşananlar yine birkaç yıldır ifade ettiğim gibi, Esed Rejimi Rusya ve İran’ı bölgede davetli müttefikleri olarak adlandırmakta ve son dönemlerde açıkça dillendirildiği gibi bölgede “davetsiz” ve “işgalci” tek güç olarak Türkiye’nin gösterildiği bir noktaya doğru gidiliyor.

Kukla DAEŞ’in boşalttığı yerler, hızla YPG tarafından doldurulurken son haritalara göre Lübnan sınırı İran taraftarı milislerce; Hatay’ın güneyindeki belirli bir alan ise Türkiye kontrolünde kalmış durumda…

Rejimin YPG ile ilişkileri ise istisnalar dışında şu ana kadar birbirinin ayağına basmama yönünde sürüyor. Türkiye’nin güvenlik ile ilgili haklı kaygılarını dikkate almayan Rusya’dan ABD’ne; Suudilerden, Avrupa Birliği’ne kadar bütün küresel ve bölgesel güçler aslında açıklanmamış bir konsensüsle Türkiye’nin Suriye’de varlığına karşılar. Bu iddialı cümleyi biraz açmak gerekecek.

Kukla YPG, Kukla DAEŞ’ten boşalan yerleri işgal ederken bütün Irak sınırını tutacak şekilde ve Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile sınırlarını planlı şekilde buluştururken ABD’nin bölgede çılgın bir silahlanmayı kışkırttığı ve bunun açıkça Türkiye aleyhine olduğu herkesçe malum.

Türkiye, Rusya’nın Suriye’de ilk günden bu yana izlediği değişmez politikası konusunda Rusya’yı ikna edebilmiş değil. Rusya’nın ironi ile dile getirdiği “domates krizi” bile Rus diplomasisinin bire üç almaksızın masadan kalkmama yönündeki teamülünün tipik bir örneğidir. S-400 kriziyle NATO eksenine mesafe koyulmaya çalışılırken Rusya’nın ticaret konusu dışında bulunduğu yerden ve milli politikalarından tek bir adım geri atmamış olması, dile getirilen yeni bir blok için asla yeterli olmayacak.

Bunun yanında, Türkiye için son derecede önemli olan Türkmendağı, Halep ve İdlib’deki ağır bombardıman ve halen bugün de süren bombardımanlar bile Rusya’nın değişmez politikasının açıklamaya yeterli. Rusya’nın Türkiye’yi hesaba katmadan bütün muhalif bölgelerde pervasızca sürdürdüğü bombardıman ve rejimin katliamlarını desteklemesi, müttefikliği bırakın, iyi bir komşuluk için bile soru işaretleri doğruyor.

Çin’e gelirsek, Türkiye ve diğer birçok ülkede sayısız habere konu olan Uygurlar için sözde eğitim kamplarındaki insan hakları ihlalleri ve kültürel soykırıma karşı tepkilerin ve Çin tarafından dikkate alınmaması; Çin ve Türkiye arasındaki dış ticaretin bütünüyle Türkiye aleyhine gerçekleşen açığa rağmen aynı minvalde devam edilmesi; Çin tarafından yürütülen göz boyayıcı basit kültürel aktiviteler dışında bir zeytin dalı uzatıldığı emaresinin olmaması tek yönlü, çıkarcı bir ilişki resmi veriyor.

Son günlerde Türkiye ve dünya gündeminde önemli diğer bir krizi alanı ortaya çıkmış oldu: Doğu Akdeniz doğalgaz krizi…

Bölgede Türkiye’yi bütünüyle denklemin dışına itmeye çalışan blokaj ve engellemeler artık daha net görülebiliyor. Her ülkenin olduğu gibi, Türkiye’nin de uluslararası sularda doğal kaynakları arama hakkının olması yanında garantör olarak yanında durduğu KKTC tarafından ruhsatlandırılan alanlar dışında doğalgaz arama hakkı hiçe sayılıyor.

Bu defa olay yalnızca Kuzey Kıbrıs, Güney Kıbrıs ve onların yanı başında Türkiye ve Yunanistan’ın olmasından daha derin anlamlar içeriyor. Çünkü Doğu Akdeniz’in en doğu ucunda olan İsrail’in kendi başında bölgede ayakta durması için çok önemli bulunan milyarlarca dolarlık doğalgaz konusunda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte hareket etmesi? ABD’nin bütün gücüyle ve savaş gemileriyle Mısır ve Suudi Arabistan’ın Türkiye’nin karşısında tercihler kullanması ve Yunanistan ve GKRK’nin de AB üyesi olması Türkiye karşısındaki küresel dışlama girişimlerinin boyutundaki vahameti gösteriyor. Ancak bu tabloda İsrail’in çıkacak doğalgazı Türkiye üzerinden dünyaya en az maliyetle Türkiye üzerinden pazarlamak zorunda kalması onu bu konuda Türkiye ile ilişkilerini sıcak tutmaya itiyor.

Diğer yandan, Türkiye, taraf olmadığı bir anlaşma olan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanarak tezlerini ileri sürmekte ve yıllardır tartışılan “düşey hat” konusunu gündeme taşımayı başarmalıdır. Aksi halde Türkiye Kıbrısa kadarki deniz sahasında bu konuda söz hakkı sahibi olabilecekken, daha güneydeki diğer alanlarda zora düzecektir. Bütün işlerde olduğu gibi, işin ehli olan kişilerle, bu konuda uluslararası hukuk uzmanları ve hukukçularla istişareler sonucunda çözümler üretilmesi gerekiyor.

Her fırsatta vurguladığım üretim ekonomisi orta ve sanayiden ağır bilişim ve bilgi teknolojilerine ve hatta tarıma kadar birçok sektöre dayanmak zorundadır. Yeraltı kaynakları ise çok özlemek gerektirmeksizin ülkelere ekonomik anlamda kulvar atlatan varlıklar olarak milli ekonominin en önemli kaldıranlarındandır. Petrolün Orta Doğuda ve Kafkasya bölgesindeki etkileri doğalgazın İran, Türkmenistan ve Azerbaycan’da petrolle birlikte oluşturduğu zenginlik önemli örnekler olarak önümüzde duruyor. Şimdi gelenin noktada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de milli çıkarlarını göze ardı ederek bir oldu bittiye sessiz kalması beklenemez. Bu arada bir yan bilgi olarak, Türkiye Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle ortak olarak Doğu Akdeniz’de düzenlediği tatbikat askeri ve acil durumlarda arama kurtarma yeteneklerini sergilemek üzere düzenlediği tatbikatla garantör oluğu KKTC’nin yanında olduğu mesajını yineledi.

Türkiye’nin yanı başında küresel güçlerin enerji hatları üzerinde yürüttükleri ve kendi çıkarları dışındakilerini dışlamadaki rahatlıkları ürkütücü bir pervasızlık taşıyor. Tekraren söylemeliyim ki; Türkiye’nin en başta kendi sınırları içerisinde ve sonra da uluslararası hukukun çizdiği çerçevede bütün sınır dışı alanlarda haklarını azami ölçüde koruyacak bir üretim ekonomisi kurması, Türkiye’nin diğer bir problemlerini de ilgilendiren en temel “Beka” meselesidir.